2008 Yılı başlarında kendini gösteren ve aynı yılın sonuna doğru ivme kazanan küresel ekonomik kriz, her ne kadar 2012-13 yıllarında atlatılmış gibi görünse de halen tam olarak aşılamamış olup yeniden derinleşme potansiyeli taşımaktadır.

Öte yandan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki iç karışıklıklar, işgaller ve radikal İslam terörü nedeniyle Avrupa’ya yoğun mülteci akını yaşanmakradır.

Gün geçtikçe artan işsizlik -özellikle genç işsizliği- Avrupa’yı bir hayli etkilemekte. Bütün bunun üzerine bir de mülteci akını eklenince durum daha da vahim bir hale gelmekte. Zaten krizle birlikte klasik sosyal devlet anlayışı hızla erozyona uğramış ve yoksulluk tırmanmaya başlamıştı. Sözün özü gelecek günler, başta Yunanistan, İspanya, İtalya olmak üzere eski doğu bloku ülkelerini de içine alıp hızla derinleşecek bir siyasi ve ekonomik krize evrilecek gibi görünüyor.

Diğer yandan ABD durumu görerek Avrupa’yı özellikle Asya- Pasifik’te yapacağı olası hamlelere karşı çıkmaması, daha da ötesi destek olması için şimdiden açmaza almaya çalışmakta. Bunun en son örneği net bir enerji bağımlısı olan Avrupa ile Rusya’nın arasını açacak bir eylem olan Doğu Avrupa’ya ağır silah yığımıdır.

Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye’de olup bitenler hiç de iç açıcı değildir. Haziran seçimleri görünürde bir nefeslenme yaratmış gibi görünse de kısa zamanda sıkıntı ivme kazanacak gibi görünüyor. Birincisi, hangi koalisyon oluşursa oluşsun AKP’nin devrettiği bir ekonomik krize balıklama girilecektir. Derinleşme eğilimi gösteren küresel kriz ve Avrupa’daki gelişmeler durumu içeride daha da ağırlaştıracak gibi gözükmektedir.

İkincisi, seçim sonuçlarına bakarsak faşizme ve gericiliğe prim verme potansiyeline sahip %70’lere varan bir kitle mevcuttur. Ve bu kitle için AKP-MHP koalisyonu hayırhahtır. Böyle bir koalisyonun neden olabileceği olası bir çatışma ortamı – zaten mevcut olan antidemokratik faşizan uygulamaları daha da genişletecektir. Böylesi bir ortamda en kolay ikna edilebilecek kitle bu mevcut milliyetçi- muhafazakâr kitledir.

Çalışanlar için sendikasız çalışma ortamı ve dolayısıyla sömürü daha da katmerleşirken iş cinayetleri de eski hızıyla devam edecektir.

Umarım, tüm bunlar yaşanmaz ve daha huzurlu bir geçiş ortamı yaratacak bir koalisyon oluşur. Ancak gidişat pek öyle göstermiyor ve derinleşmiş bir ekonomik ve siyasal kriz ortamında en çok ihtiyaç duyacağımız bir tür direniş örgütlenmeleri olacaktır. Bunun en yakın örneği ise henüz ruşeym halinde olduğuna inandığım, Haziran Hareketi’dir. Bu günden yarına meclisler olabildiğince genişletilip, pratik işler ortaya konabilirse ve ortak iş yapabilme üzerine bir şeyler örülebilirse ilerisi için umut vardır diyebilirim.

Diğer bir alan ise mevcut patron sendikalarından umudu kesmiş ancak yol haritası çizebileceği bir sendikal örgütlenmeyi seçememiş ya da oluşturamamış işçi kitleleridir.

Metal işkolunda başlayan ancak diğer işkollarına da sıçrama potansiyeli taşıyan bu alan bir tür direniş ve yeni yapılanma alanı olarak önümüzde durmaktadır. Metal işçilerinin oluşturduğu işçi birlikleri kendi içlerinde bütünleşip bir öz örgütlenmeye dönüşebilir. Kendi iç dinamikleri bunun için yeterli midir değil midir zamanla göreceğiz. Ancak umut vaat eden bir başka örgütlenme alanıdır.
Sıcak ve kısa geçeceği anlaşılan bir yaz döneminde sol ve demokrasi güçlerinin önünde önemli görevler var.

Haziran deneyimini yaşamış bir ülkede her zaman umut vardır ve gelecek, umudu içinde taşıyanların ellerindedir.