Toplumun büyük çoğunluğunun hayat koşulları her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Açlığını bastırmak ya da öğün atlamak için uyumaya çalışan öğrenciler, kirada oturdukları evden çıkarılıp çoluk çocuk sokakta kalan aileler, yoksulluktan, borçtan canlarına kıyanlar sansür altındaki medyadan sızabilen tekil örneklerden çok daha fazla. Görünür olabilenlere gerek de yok aslında; rakamlar nüfusun büyük bölümünün açlık, yoksulluk ve barınma sorunu altında hayatta kalmaya çalıştığını kanıtlıyor. Ev kiraları ve gıda fiyatlarına bakan herkes asgari ücretin tek bir kişinin bile karnının doymasına, barınmasına yetmeyeceğini görebilir. Hem devasa bir işsizlik var hem de çalışanların %45i asgari ücretli.

Hayat koşulları böyle iken iktidar aygıtını elinde tutanların yolsuzlukları da olanca çıplaklığıyla ortada. Ülkenin geliri, toprağı, madeni, ormanı sözcüğün somut anlamıyla “bir avuç yandaş” tarafından göz göre göre yağmalanıyor. Sınav yolsuzlukları, torpille işe yerleştirmeler, 4-5 maaş birden alanlar gizli saklı değil. İç hesaplaşmaların etkisiyle ortaya saçılan ifşa ve itiraf furyası egemenlerin suç batağına batmak bir yana bizatihi suç örgütü olarak örgütlendiğini gösteriyor.

Her şey bunca açık ve herkes tarafından bilinir ve görünür olmasına karşın, bırakın politik isyanı politik muhalefet bile cılız ve olası seçime bel bağlamış bir sessizlik içinde.

Meşhur meselde çocuk “anne bak kral çıplak” der ve halk birden “aaa kral çıplak” demeye başlar, kral utanç ve korkuyla kaçar. Bugünün politik ortamı hikayeyi boşa çıkarıyor. Orijinal hikayede kral üzerinde ihtişamlı bir giysi olduğunu sanır. Zamanımızın kralı ise çıplaklığının farkında ve “avret yerini” göstere göstere yürüyor.

***

Toplum, gözünün önünde olup bitene neden sessiz kalıyor? Nasıl oluyor da canhıraş iktidarı destekleyenler var. Sadece pay alanlarla sınırlı değil bu destek, iktidarın ezdikleri de destekliyor. Anketlerde hala ilk iki sırada kalabiliyor iktidar ve muhalifler bile ya yeniden seçilirse kaygısını gizleyemiyor. İnsanların anketlere ya da uzatılan mikrofonlara gerçek duygu ve düşüncelerini söylemekten korktukları açıklaması tek başına yeterli değil. Halk, büyük bir olgunlukla “demokratik seçim gününü” mü bekliyor? Seçim demokratik mi olacak ki?

İçinde bulunduğumuz bu hal toplumun büyük çoğunluğunun “seyirci” pozisyonuna çekildiğini düşündürüyor. Baskı ve zulüm dönemlerinde toplumun büyük çoğunluğu seyircileşiyor. Aynı anda hem gerçeklik hem de yönetici aygıt tehditkar olduğunda bireylerde koşulları inkar etme eğilimi güçleniyor. Bu inkar kimi zaman bilinçli kimi zaman ise bilinçsiz oluyor. İnkar, kendi koşulları dahil kimsenin koşullarının aslında çok da kötü olmadığını, olup bitenlerin yaygın değil tek tük örnekler olduğunu düşündürüyor. En tipik örneği “millette para olmasa bu restoranlar nasıl dolu olacak” akıl yürüt(eme)mesi!

Neden inkar mekanizması akılları işgal ediyor? İki temel dinamik işliyor olabilir. İlki, hakikatin ahlaki sorumluluğa çağırması. İçinde yaşamak zorunda kaldığım yoksulluğun nedenini bilincime getirirsem eyleme geçmem gerekli. Yoksulluğumdan sorumlu olanlara karşı çıkmak zorunlu, aksi halde koşullarımı kabul etmiş, boyun eğmiş olurum. Ahlaki sorumluluğun eyleme çağırdığı birey, karşısında tek başına karşı koyması imkansız olan zalim iktidar aygıtını buluyor. İkincileyin işten atılma, hapsedilme, şiddete maruz kalma ve hatta öldürülme tehditiyle burun buruna geliyor. Tek başına olduğunda yenilip, boyun eğdirileceği açık olduğundan da yoğun bir çaresizlik ve güçsüzlük hissine kapılıyor. Bu kez güçsüzlüğünün harakete geçirdiği öfkeyle doluyor. Bu öfke iktidara yöneltildiğinde geri tepeceğinden de kendine “düşman” arıyor. Özellikle yoksul sağcılarda hızla yerleşip yaygınlaşan göçmen, LGBT, kadın düşmanlığı işte bu hedefini şaşırmış öfke ile bağlantılı.

***

Yoksulların, çaresizlerin, güçsüzlerin öfkesinin ikinci hedefi zalimin karşısına çıkıp tutarsız ve uzlaşmacı bir muhalefet tarzı izleyenler. Muhalefete soyunanların yenip yenemeyeceğinden emin olmak istiyor. Eğer yenemezse zalimin zulmünün katmerleneceğinden korkuyor. O yüzden de ancak çok güçlü bir muhalefet varsa inanmak üzere kuşkuyla seyrediyor. RTE’nin karşısına kim çıksın, o olmaz, bu olmaz diye aday isimlerin üzerinde tepinilmesinin bir nedeni de bu.

Çaresizlik, güçsüzlük içinde boyun eğdirilmiş, sessizleşip seyircileştirilmiş topluma UMUT, İNANÇ ve GÜÇ odağı inşa etmek zorunlu. Kimsesizleştirilmiş, yalıtılıp, zayıflatılmış bireylerin kendilerini ait hissedebilecekleri bir politik hareket. İçine girdikçe hem kendisini güçlü hissedebileceği hem de her girenle büyüyen güçlenen bir yapı. Seyretmekten eyleme geçirecek bir ivme.

Sosyalistlerin Güç Birliği’ nin amacı bu yapının yol göstericilerinden biri olmak. Hakikatin ahlaki çağrısının taşıyıcısı umut ışığı; yıldızlardan gelen…