Siyasal İslamcı rejimin bir dağılmaya doğru ilerlediğinin ve seçimlerin (sonuç ne olursa olsun) buna çare olmayacağını da söylemek pekala mümkün. Ancak, siyasal İslamcı rejimden çıkış sürecinin kendiliğinden olmayacağını da bir kez daha hatırlamak gerekir

Umut var her daim, Bak yine yollardayız

Seçimlere bir hafta kala, AKP açısından işler hiç de parlak görünmüyor. Gezi direnişi ile başlayan gerileme sürecinin bir dağılmaya doğru evrildiği açık biçimde görülebiliyor.

Bunun belirleyici nedeni ise siyasal İslam’ın hegemonyasının ortadan kalkmış olmasıdır. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere, siyasal İslamcı rejimin inşası, bir değişim-dönüşüm iddiası üzerine kuruldu. Küresel kapitalizmin neo-liberal değişim rüzgarıyla, 2001 krizi sonrasındaki toplumsal tepkilerle bütünleşen siyasal İslam hegemonik bir konum kazanabilmişti. Bunda kuşkusuz ABD’nin Orta Doğu siyaseti bağlamında siyasal İslam’ın bölgesel bir iktidar projesi olarak parlatılmasının da önemli bir rolü oldu.


AKP’nin iç ve dış ittifaklarıyla birlikte politikaları bu bütünlük içinde şekillendi. Gezi’den başlayarak bu sürecin adım adım etkinliğini kaybettiği, aynı zamanda siyasal İslam’ın bölge ve küresel düzlemde de iktidarının kaynaklarını yitirdiği bir geçiş sürecine girildi.



Siyasal İslamcı rejim bu dönemde hegemonyasını yeniden tesis etmeye başaramasa da yeni ittifaklara ve baskıcı politikalara yönelerek ayakta kalma yoluna mecbur kaldı. 7 Haziran seçimleri sonrasında 1 Kasım’a giden süreçle başlayan MHP ittifakı ve Ortadoğu merkezli savaş siyaseti, 15 Temmuz sonrasında OHAL ile birlikte derinleştirilerek sürdürüldü. Siyasal İslamcı rejim, milliyetçi eksenle bütünleşen yeni bir hareket noktası oluşturdu. Bu da rejimin ayakta kalması ve muhalefet hareketinin kontrol altına alınması anlamında özellikle kritik anlarda önemli bir imkan sağladı.

Bunun sınırı aslında referandumda görülmüştü. Referandumda, resmi sonuçlar ne olursa olsun, siyasal İslam hem politik olarak hem de sandıkta yenildi. O dönemde, AKP’li yazarların da dip dalgası dediği bu değişim talebinin siyasal İslamcı rejim tarafından içerilmesinin ya da uzun süre kontrol altında tutulmasının mümkün olmadığı o gün de ortadaydı.

Ekonomik krizin de hissedilmeye başladığı bir ortamda Erdoğan, öncelikle Afrin operasyonunun yaratacağı görece yükselme ile seçimlere girerek sonuç almaya çalıştı. Ancak, Afrin operasyonu, medyanın devasa propagandasına karşın beklenen etkiyi yaratmadı. Oluşan milliyetçi reaksiyon sabun köpüğü gibi dağıldı. Bu da savaş ve OHAL baskısı altındaki hamlelerin de dikiş attığını gösteriyor ki şimdi Erdoğan’ın her fırsatta OHAL’i kaldıracağım demesi de bundan.



Tüm bunlar siyasal İslamcı rejimin bir dağılmaya doğru ilerlediğinin ve seçimlerin (sonuç ne olursa olsun) buna çare olmayacağını da söylemek pekala mümkün. Ancak, siyasal İslamcı rejimden çıkış sürecinin kendiliğinden olmayacağını da bir kez daha hatırlamak gerekir. Seçimlere kalan az zamanda gündeme gelen Kandil operasyonları ve şimdi Suruç’taki kanlı olaylar, özellikle de ikinci tura giderken yeni müdahaleler zincirinin ilk halkaları olabilir. Bu tür siyasetin dikişleri atmış olsa da akılda tutulmasında fayda var.

Burada da bu seçimde de bir kez daha ortaya çıkan bir yanılmanın altını çizmek gerekir. 7 Haziran’da da olduğu gibi, siyasal İslamcı rejimle mücadele salt seçim-Parlamento eksenine sıkıştıran ve Erdoğan’dan ibaret gören bir yaklaşım bugün de en büyük yanlış olur. Seçimlerdeki tablo, AKP-MHP ittifakının Parlamento çoğunluğunu kaybettiği ve CB seçiminin ikinci tura kalacağı bir sonucu ortaya çıkarabilir. Bunun korunabilmesi, ileriye taşınması ve siyasal İslamcı rejimden gerçek bir çıkış sürecine doğru sürüklenmesi Parlamento dışındaki muhalefet hareketinin etkinliğini zorunlu kılmaya devam ediyor.

umut-var-her-daim-bak-yine-yollardayiz-475786-1.
Unutulmaması gereken en önemli şey de bugün TAMAM noktasına gelinmesinde tüm bunların yapılması yönündeki mücadelelerle birlikte toplumun gösterdiği büyük bir direniş vardır.


Tam da burada şimdi anket şirketlerinden sağdan sola tüm siyasetçilere kadar herkesin dilinden düşürmediği dip dalgasına dönmek gerekir. Bu seçim dahil son dönemdeki seçimler, TAMAM mı DEVAM mı seçimi olarak şekillendi. Bugün de durum böyle. Dip dalgası olarak ifade edilen toplumsal değişim talebi, seçimler için TAMAM etrafında bir enerji açığa çıkarıyor. Ancak bu enerji salt seçimle ve orada alınacak TAMAM sonucuyla da sınırlanmamalı. Bir yanıyla zaten bu sınırın ötesinde toplumsal alandaki muhalefet birikiminin bir ifadesi olarak gelişiyor. Öte yandan da bu değişim talebinin, eskiye dönüşle sınırlı bir noktadan ele alınması en büyük yanlış olur. Bunu daha ileriye taşımak ise elbette Parlamento’daki güçlerin yapabileceği bir şey değil! Burada Haziran Hareketi’nin, ortak bir adayı da içerecek şekilde birleşik bir mücadelenin örgütlenmesine yönelik yaklaşımı, seçimlerde siyasal İslamcı rejimin yenilmesi doğrultusunda birlikte daha güçlü bir mücadele yürütmekle birlikte sonrasına da solun alternatif toplumsal-siyasal bir güç oluşturma anlayışının ifadesiydi. Bu imkan değerlendirilemedi. (Şimdi bir kez daha üzerinden ayrıntılı durmaya gerek olmadığı nedenlerle, kimi kesimlerin bu politika yerine Kürt ulusal harekete ekseninde siyaset yapmayı ve milletvekilliği eksenli olarak seçim politikasını öne almaları kimi kesimlerin de birleşik mücadeleden kaçarak boykot gibi sonunda Erdoğan’ın elini güçlendirecek yanlış politikalara yönelmeleri sonucunda bu gerçekleşmedi.)



Bu koşullar altında bugün TAMAM diyen milyonlarla birlikte, siyasal İslamcı rejimi burada, seçimde yenilgiye uğratmak ve sandıklara sahip çıkarak ilerleyecek bir mücadele acil bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor. Bu bir başlangıç noktası olacak.

Seçim sonuçları nasıl olursa olsun, önümüzdeki dönemde bugünkü aşan bir muhalefet zihniyetine ve mücadeleye olan ihtiyaç ise ortadan kalkmayacak, daha da gerekli hale gelecektir. Ekonomik krizin, öyle söylendiği gibi ‘OHAL’in kalkması’, ‘Merkez bankasının bağımsızlığı’ ile ortadan kalkabilecek bir şey olmadığını söylemeye gerek dahi yok.

Ekonomik kriz karşısında emeğin radikal savunma hattını kurabilecek, bunun için Haziran’ın Meclisler hareketi fikrini, işçiler-emekçiler içinde hayata geçirebilecek adımlar atılmaksızın, toplum içinde dayanışma örgütlülükleri geliştirmeksizin başarmak mümkün olmayacaktır. Yalnızca ekonomik kriz koşulları bakımından değil Türkiye’de eğitim başta olmak üzere toplum büyük bir dinci kuşatma altına alınmış durumda. Bunu dağıtacak toplumsal bir aydınlanma mücadelesinin de salta yukarıdan değişimlerle gerçekleşmeyecektir. Tüm bunları yapabilmek için toplum içinde dayanışmacı ve aydınlanmacı mevzilerini çoğaltacak, işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin kendi geleceklerine sahip çıkacak örgütlüklerini çoğaltarak gerçekten kazanmanın yollarını açabileceğiz.

Unutulmaması gereken en önemli şey de bugün TAMAM noktasına gelinmesinde tüm bunların yapılması yönündeki mücadelelerle birlikte toplumun gösterdiği büyük bir direniş vardır. Daha fazlasını yapabilmek de, ancak kendi aklının ve hayallerinin peşinden inatla yürüyebilmekten geçiyor. 24’ünde hep beraber TAMAM diyelim ve daha fazlası için yürüyelim...

Son sözümüz de, Hakan Vreskala’nın HAZİRAN Hareketi için hazırladığı TAMAM şarkısından bir bölümle olsun. Hakan Vreskala’ya tüm Hazirancılar adına teşekkürle...

“Unutmazsan gülmeyi, bırakmazsan sevmeyi, umut var her daim... bak yine yollardayız... haklısın biliyorsun, vazgeçmeyiz biliyorlar, sonu yakın karanlığın... BAK YİNE YOLLARDAYIZ...”