Sanırım başlıktaki ironi sol hareketin ikilemini yeterince anlatıyordur.

Sanırım başlıktaki ironi sol hareketin ikilemini yeterince anlatıyordur. Bir elde solan umutlar ve diğer elde hâlâ umut bağlanan sol...  Bir elde halktan hâlâ umudunu kesmeyen solcular, diğer elde sola hâlâ umut bağlaması beklenen “halkımız”. Halkın solculaşması için solu halklaştırma tartışmaları...

(...) Bilindiği üzere, 20. yüzyılda yaygın olarak yaşanan kontrgerilla döneminden sonra, şimdi post modernitenin küreselleşme kisvesiyle yüklendiği emperyalist bir muhtevayla, kontr politika (solu, onun programını taklit ederek etkisizleştirme) uygulanıyor. Sınıflar mücadelesi dünyasında sınıfta kalanlar için açılan yeni okulun kapısında şöyle yazıyor: Kimlikler dünyasına hoş geldiniz!

İdeolojinin yasaklandığı bu kimlikler okulunda, farklı bir “dil” yaygınlaşıyor. Solculuk, bir kez de kontr ideoloji ile etkisizleştiriliyor. Farkındasınızdır; artık şu kelimeler yer değiştirilerek kullanılıyor: “Strateji – vizyon, taktik – reel politik (takiyye), demokratik kitle örgütü - sivil toplum örgütü, halkımız – sivil toplum, sınıfsal temel – sosyolojik temel, emperyalizm – küreselleşme, emekçi sınıflar – ezilenler, gecekondu – varoş, gerilla – düşük yoğunluklu çatışma, faşizm – derin devlet, propaganda – reklam...”  (Bir tek şu kelimenin yeni bir karşılığı bulunamadı: Devrimci – devrimci; buna eskiden de “terörist” karşılığını uygun görürlerdi, şimdi de öyle... ) İtiraf etmeliyim ki, ben de, derdimi anlatabilmek için çoğu kez bu “dil”den kelimelerle konuşmaya mecbur kalıyorum.

Adalet anlayışı, adalet (hakkaniyet) arayış tarzına da bağlıdır; yani “hak” arayış tarzına (“Hak verilir mi? Alınır mı?” anlayışına). Günümüzde toplumsal muhalefetin bileşenleri, kendilerini kimlikleriyle sınırlayarak, solculuğa ikame ettikleri başka davalar güdüyor. Öyle ki her bileşen kendi aslına, “kimliğine” rücu edebiliyor. Bu kimi zaman din – mezhep davası, kimi zaman milliyet davası olabilirken, toplumsal sınıf bazında “alan ideolojisi” ile sınırlı bir muhtevada tezahür edebiliyor. Muhalif öğretmen için öğretmen davası, işçi için işçi davası şeklinde..  Çünkü solculuk noksan olduğu ölçüde, bu bileşenleri “birleştiren” başka tür bir aidiyet söz konusu...  O halde sorun, toplumsal muhalefetin nasıl olup da kendini yeniden solculuğa ve sosyalizme ait hissedebileceği ise, burada, solculuğun “bilinen” bütün tanımlarını şimdilik bir kenara bırakıp onun adalet anlayışının “olmazsa olmaz”ı olan iki parametrenin altını çizmekte yarar vardır: Özgürlük ve eşitlik.

Bir: Özgürlükler bir bütündür; birisi olmayınca diğerleri de var sayılamaz. İki: Özgürlükler izafidir; kendi dışındakilerin köle olmasına zemin hazırlayan bir özgürlük kabul edilemez. Üç: Özgürlük böyle bir çerçevede, eşitliğe tabi olmalıdır. İnsanlara ve topluluklara eşit haklar ve imkânlar tanımayan bir özgürlük anlayışı, biri eli kolu bağlı diğeri serbest iki kişinin yemek yemekte özgür bırakılmasındaki sonucu doğurur.  Dört: Özgürlük, bütüncül ve izafi ve eşitliğe tabi bir zihniyetin ürünü olabildiği ölçüde çoğulcu olabilir. Böyle bir çerçevede her birey özgürce kendi geleceğini tasarlayabilir; sınıfsal, dinsel, ulusal her topluluk kendi çıkarlarını özgürce savunarak kendi kaderlerini özgürce tayin edebilir.

(...) Neo liberalizmin küreselleşmesi [üstelik “içsel” bir olgu olarak] güçlüdür, örgütlüdür, inisiyatif sahibidir; böyle bir gücü alt edebilmek için onun güçsüz olduğu yerde ve zamanda, ondan daha fazla bir güçle vurmak, bunu parça parça ve uzun zamana yayılmış bir sürede gerçekleştirmek, şaşkınlık yaratan düzensiz ve baskın saldırılarla üstünlük sağlamak gerekir.

Şimdi sol güçler bakımından bu tür bir imkân ağırlıklı olarak ideolojik alanda yatmaktadır; bu ise barbar pax americana [neo liberalizmin küreselleşmesi] karşısında özgürlük ve eşitlik üzerinde yükselen medeni bir insanlık tasavvurunu inatla sürdürebilmektir... Böyle bir ideolojik mücadele, parça parça hayatlardaki kopukluğu iptal etmeyi hedefleyen sürüncemeli bir mücadeledir; hattı müdafaa yerine sathı müdafaayı gözeterek kendini çoğaltabilmektir. Kısacası, zayıfı güçlü kılan zihniyet ve teknikler manzumesidir. Böyle bir ideolojik yeniden inşanın gelişimi, aynı zihniyetin ve tarzın politik ve toplumsal düzeylerde de yeniden üretiminden bağımsız düşünülemez.

Peki ama nasıl?

***

Yukarıdaki yazım bundan tam 7 yıl önce 09.05.2004 tarihinde BirGün gazetesinde yayımlanmıştı. Haliyle son soru da o zaman sorulmuştu... Geçen gün, bu sorunun “haldeki somut durum” için cevaplarından birisi anlamında ÖDP Genel Başkanı Alper Taş’ın şu çağrısını okudum:

“Çağrımız; Emek, Barış ve Özgürlük Bloğu’nun bağımsız adaylarını da, Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin bağımsız adaylarını da, TKP ve EMEP adaylarını da, İstanbul 1. bölgeden bağımsız aday olan Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Genel Başkanı Turgut Öker’i de kapsıyor. Nasıl oy kullanacaklarını üyelerimizin anlayışına bırakıyoruz.”

Yani? Yeter ki umutlar solmasın...