Gezi davasıyla ilgili verilen karar üzerine pek çok şey söylenebilir. Kışkırtmak ya da umutsuzluğu ve çaresizliği derinleştirmek… Ama ne zaman ki umutsuzluk ve çaresizlik üzerine düşünsem, aklıma Cervantes’in ‘Don Quijote’ adlı romanı gelir. Cervantes’in bu romanı yazma nedeni olarak şöyle bir tespit yapılabilir: Tembelliğin çabaya, ahlaksızlığın erdemli olmaya, küstahlığın cesarete karşı zafer kazandığı bir çağın uyuşukluğundan silkelenmek için… Bu çağın hızına, göz kamaştırıcı teknik gelişmelerine aldanmamak lazım, belki de en uyuşuk, ruhsuz ve cansız bir çağın içinden geçiyoruz ve Don Kişot, yüzyıllar öncesinden bize yol göstermeye devam ediyor, her büyük roman gibi.

Cervantes’in romanını yazdığı zamanlarda İspanya, tarihinin en kötü yönetimlerinden birini yaşıyordu; kralın üç kez iflasa sürüklediği, bilimsel ve teknolojik gelişmelere ayak uyduramayan, Avrupa’dan izole edilmiş, kara vebanın, kıtlık ve kuraklığın harap ettiği bir ülkede… Suç oranlarının inanılmaz arttığı, haydutluğun özenilen bir şey olduğu bir zamanda…

***

Don Kişot üzerine yapılan psikanalitik okumalarda, Don Kişot’un asıl mücadelesinin melankoliye karşı olduğu ve yardımcısı Sancho’nun bir tür analist ya da terapist gibi Don Kişot’un travmalarıyla yüzleşmesine yardımcı olan bir eşlikçi olduğu dile getirilir. Gerçekten de Sancho, hiçbir zaman yargılayıcı bir tutum sergilemez, boğazına düşkün ve Don Kişot’a göre uyuşuk bir karakterdir, sürekli olarak neden böyle bir maceraya atıldığını sorgular, bir ayağı her zaman gerçekliğin içindedir. Sancho olmasaydı, Don Kişot böyle bir maceraya atılıp travmalarıyla yüzleşme cesareti bulamayacaktı muhtemelen.

Cervantes’in ‘Don Kişot’u yazdığı zamanlarda, intihar düşüncesiyle meşgul olduğuna, uzunca bir aradan sonra umutsuzca romanı yazdığı biliniyor. Umutsuzca neşeli bir roman yazmaya kalkışması, kendi meseleleriyle Don Kişot karakteri üzerinden yüzleşirken bunu mizah aracılığyla yapması, ufuk açıcı. Ama romanı yazarken, romanını sürekli küçümser, akademik bir eğitim almadığı için güvensiz ve kuşkucudur. Ama romanını okuttuğu arkadaşı onu tıpkı Sancho gibi yüreklendirir, hatta mektuplaşmalarında romanın melankoliyi kahkahaya dönüştüren gücünü yüceltir. Belki de bu yüreklendirmeler sayesinde Cervantes romanını yazmaya cesaret eder.

Cervantes, romanın ilk cildindeki manzumede, şöyle seslenir melankoliye: “Umutsuz şarkı, şikâyet etme / hüzünlü beraberliğimiz bittiğinde, / mezarda bile hüzünlenme / ben bahtsız oldukça senin talihin açıldı diye.” Aslında romanda melankoliyle baş etmek ve umutsuzluğa kendini bırakarak teslim olmamak üzerine öyle çok çarpıcı sahne ve söz var ki, özellikle bugünlerde yeniden okumak, oldukça anlamlı. Örneğin şöyle diyor Don Kişot: “Kesin ve kaçınılmaz ölüm var bunların hepsinde, / ama ben yaşıyorum yine de / kıskandığım, hasret duyduğum, reddedildiğim halde / ve emin olarak beni öldüren şüphelerden, / ne görülmemiş bir mucize! / En ufak bir umut bile yok asla / ama unutuldukça artıyor yine de hevesim, / sonsuza kadar umutsuz kalmaya yemin ediyorum, / bu da benim şikâyet etme şeklim: / umut aramadan işkence çekmek. / Aynı anda hem umut edip / hem korkabilir mi acaba insan, / ne zaman başlamalı umut etmeye, / belki en iyi zaman / neden korktuğundan emin olduğun an.”

***

Gerçekte neyden korktuğumuzu biliyor muyuz? Korkunun melankoliyle ve umutsuzlukla ilişkisi üzerine ipuçları veriyor Cervantes, kendi içsel yolculuğunu kâğıda dökerken. Cervantes’in bu uyuşuk çağda, umutsuzluk ve çaresizlik içinde debelenenlere verdiği tavsiye, deliliği göze almalarıdır; ancak deliliğin içinden geçerek travmaların ve melankolinin üstesinden gelinebileceğini gösterir, umutsuzca neşeli kahkahalar atarak…