‘Umutsuzluğa kapılırsan bu kalabalığı hatırla’

BİRGÜN KADIN

İstiklal’i kadınlara kapatmak için Beyoğlu’nu labirente çeviren iktidar ‘nedir bu İstiklal ısrarı anlamıyorum’ dedi. Tanınmadığımız koskoca bir tarihi, son 18 yılı hiç düşündünüz mü? 8 Mart günü ulaşım hakkımızın gasp edilmesi, polis müdahalesi, haklarımızın tırpanlanmaya çalışılması, yaşamlarımızın çalınması, tecavüzcülerin aklanması uğruna verdiğiniz inada karşı inadına isyanın sesini duydunuz mu?

Kadınların verdiği kurtuluş mücadelesinin birinci vurucu noktası kişisel sınırları etrafında kendisi ve yakınlarıyla politik bir savaşın içine giriyor olması, diğeri ise bu savaşın sokaklarda koşuyor olması. O yüzden feminizm varoluşu mücadele kılan bir motivasyon. Erkeklerden ve yarattıkları karanlıktan alacaklı olduğumuz her şey bu mücadelenin bir parçası. Hislerimiz, bedenlerimiz, kahkahamız, uykumuz, aşkımız, nefretimiz, bulaşığımız, çamaşırımız… Alacaklılar olarak farklı, tarifsiz, renkli, çeşitli cinsleriz. Yönetilemez, yönlendirilemez biricikliklerin bütünlüğü. O zaman kadın olmanın kolektif aklını nasıl sağlayabiliyoruz? Ortak dertlerin sesini buluşturabilmenin sırrı nerede?

Çok 101 ve sadece feminist mücadele için değil, her bir aradalığın yaslandığı gücü ve güveni nereden bulduğuna işaret eden sorular. Biz bunları belli yerlerde, belli biçimde tüketiyoruz. Tartışıyoruz, söyleşiyoruz, eleştiriyoruz, kırılıyoruz, sinirleniyoruz; bazen geçiyor, bazen geçmiyor… Bunların hepsini bedel ödemenin tam tersine emek vermenin güveniyle ve cesaretiyle yapıyoruz. Şeffaflığımızı, samimiyetimizi, sahiciliğimizi buradan alıyoruz. Özgücümüzü kolektifleştiriyoruz. Şarjımız da deşarjımız da kendi aramızda yarattığımız bu kültür ve alanlarla sağlanıyor.

Bizi yenilemez kılan şey nedir? Yakamadıkları cadıların torunları başka bir dünyanın hayaline duydukları yangını büyütüyor. Kadınlara güven veren, iyi hissetiren bu yangın erkeklere korku veriyor. Sağ ve gerici iktidarların baskıları tutmuyor. Tutmuyor çünkü korku iktidarlarını başlarına yıkıyoruz. Tutmuyor çünkü kaybedecek bir şeyimiz kalmadı. Tutmuyor çünkü yaşayamadığımız evlerin, yürüyemediğimiz sokakların hesabını soruyoruz. Tutmuyor çünkü belleğimizi tazeliyor, tarihimize sahip çıkıyoruz. Bu ateş tüm dünyayı yakmaya hazırlanıyor.

Peki kadınlar kadınları hiç ‘yakmıyor’ mu? Biz hep kucaklaşır, kahkaha mı atarız? İktidarları zorlayan, erkeklerin huzurunu kaçıran bu çılgın, zapt edilemez isyan kadınların farklılıklarına rağmen kendi içinde hareketle senkronize olabiliyor mu? Bir mücadelenin örgütlenmesindeki en temel inandırıcılığı mücadele ettiği imaja, karaktere, düşmanına benzememesidir. (Başka bir 101) Erkekleşmek koyalım adını; kolektif akıldan uzaklaşmak, parmak sallamak, üsttencilik, linç, kibir olarak açalım. Kendimizi deviremediğimiz oranda gücümüzün yettiği, korktuğumuz kadınlar yaratmak olarak daha da açalım. Tahakkümcü, tehlike arz eden, irade saymayan bakışlar. Ortak dertlere, anımıza, geleceğimize, yaşamlarımızın farklılığına uyku gözlüğü takmaktan bahsediyoruz. Kiminle kimin savaşı bu?

Varoluşlarımız ne kadar kendimizceyse, hepimizin feminizmi kendimize de olsa devrime olan inancımız Şili’deki feministlerin dediği şu sözden daha ortak olamaz: Devrim ya feminist olacak ya da hiç olmayacak!

Zira bu asgari ortaklığı görmemek ya da reddetmek için çok geç. Çünkü yaşamdan yana ‘feminist seçilim’in belirleyiciliği sokağın gerçekliğini yansıtıyor.

‘Bey’lik laflara ne ihtiyacımız var, hepimiz umutsuzluğa kapıldığımızda “o” kalabalığı hatırlamayacak mıyız?