Google Play Store
App Store

Halil Yeni’nin şiiri umudun şiiridir. Son dönem Türk şiirinde, özelde toplumcu gerçekçi şiirde yıllardır varlığını sürdüren umutsuzluğa onda rastlamadım.

Umutsuzluğa karşı umudun şiiri

Cafer YILDIRIM 

Halil Yeni’nin yeni şiir kitabı ‘Bu Fırtına Geçene Kadar’ Telgrafhane Yayınları’ndan çıktı.

Toplumcu şiirin gerçekçi olması gerektiğini belirten Yeni, “Sadece çağımızın yenilgi ve yanılgıları üzerine kurulmamalı, içinde devrimci bir moral gücü de taşımalıdır” diyor.

“Bu Fırtına Geçene Kadar” hangi dönemi işaret ediyor? “Fırtına” ile metaforlanan dönemin öne çıkan özellikleri neler? 

Şiirler toplumsal mücadelelerin yol arkadaşlarıdır. 2013’te yaşanan Gezi Direnişi yeni bir kültür, sanat ve edebiyat cephesi yaratmış, direnişe katılan genç bir şair olarak ben de bu meydan okumadan güç alıp, hissettiğim duygu ve düşüncelerimi imgeler yoluyla şiirime yansıtmıştım.

Çünkü Gezi, şiirimize, hoyrat düzenin değişebileceğine dair umudu aşılamıştı. Fakat iktidar, bu toplumsal güç karşısında panikleyip, ülkeyi yangın yerine çevirdi. Kaos yaratarak girdiği seçimlerden varlığını ve şiddetini güçlendirerek çıktı. Gezi Direnişi boyunca yazılan şiirlerde umut imgesi yoğunluktaydı. Fakat iktidarın şiddetini güçlendirerek devam etmesi şiirde umut imgesinin yerine ya da yanına ‘direnme’, ‘boyun eğmeme’, ‘bir arada durma’ duygusunu ve davranış biçimini de kattı. Kitabımın zaman dilimi ve ‘fırtına’daki metafor Gezi direnişi ve sonrasındaki Türkiye’dir. Kitap bu yaşanmışlıklar üzerinden yola çıkıyor ve okura “savrulma, birbirimize sığınalım, bu fırtına geçene kadar” diyor.

O dönemin hâkim anlayışına ve işleyiş mekanizmasına yönelik karşı duruşu cesaretlendiren, ‘hayır’ın yükselmesine katkı sunan şiirlerinize yaşanmışlıklar neler? 

2000’li yılların başıydı. Kocaeli’nin en köklü kuruluşları; SEKA kapatılıyor, TÜPRAŞ satılıyor, Türk Telekom özelleştiriliyordu. Yağmanın ortasındaydı halkın değerleri, kapan kaçıyor, kentin belleği haraç mezat yok ediliyordu. Bugün ‘yerli ve milli’ vurgusu yapanlar o gün yerli ve milli olan her şeyi yok ederken “Okuyan insan halkına karşı sorumludur” diyen üniversite öğrencileri olarak bizler özelleştirmeye karşı çıkıyor, kamuculuğu savunuyor ve insanları bu yağma düzenine karşı mücadeleye çağırıyorduk. Ama 12 Eylül darbesinin psikolojik yenilgisiyle karşılaşıyorduk. Büyük umutsuzluk vardı. “Biz yapamadık siz mi başaracaksınız?”, “Bu halk adam olmaz” gibi çok sayıda olumsuz yorumla yüz yüze geliyorduk. Tepkisizliğin tavan yaptığı böyle bir dönemde 18-19 yaşlarında bir genç olarak 12 Eylül’ün yarattığı psikolojik yenilgiye karşı şiirler yazıyordum. Bu umutsuzluğun üzerine 2013’te siyasi tarihimizin en haklı ve meşru mücadelelerinden birini, Gezi Direnişini yaşadık. Güçsüz değil de dağınık olduğumuzu, bu dağınıklığa karşı ortak hedeflerle yan yana geldiğimizde, birlik olduğumuzda birçok şeyi başarabileceğimizi gördük. Gezi Direnişi belgesellere, resimlere, karikatürlere, roman ve öykülere konu olurken şiirimizin tarihsel belleğinde de yerini alacak, bana ve şiirime yeni anlamlar ve söylemler katacaktı.

Kitapta Ziya Saygın, Dilek Doğan, Taybet İnan anısına ithaf edilmiş şiirler var. Bu isimlerin yer almalarının sebebi nedir? 

Yakın geçmişte ölüm ve acının en kanlı tarihi yazıldı. İşçi, kadın ve çocuk cinayetleri yaşandı. Gezi’den Soma’ya, Özgecan’dan Nuh Köklü’ye, Ermenek’ten Sur’a, Reyhanlı’dan Ankara’ya kadar daha birçok katliam gerçekleşti. Bütün bu olaylar geride çok büyük acılar ve korkular bıraktı. Yarım yaşanmış hayatlar bıraktı. Bu acılar yaşanırken, sorumlu kişi ya da kurumlar, “Fıtrat” dedi. “Kader” dedi. “Orada ne işleri vardı” dedi… Yandaş basın ve yayın kuruluşları ise, yaşam savunucularını ‘provokatör’, ‘terörist’, ‘çapulcu’ olarak yansıtmak istedi. Bunlar olurken ölümleri ve acıları meşrulaştırmaya çalışan iktidar eliyle ‘resmî’ bir tarih yazılmak istendi. Çağına tanıklık eden bir şair olarak şiddete uğramış insanların ‘gayriresmî’ tarihini anlatmak istedim. Çünkü şair yalnızca kendi yarasının üzerine kapanırsa başkalarının yaralarına merhem olamaz.

Şiirinizle ilgili şöyle bir yargım var: “Halil Yeni’nin dizelerinden yansıyan diri umut, her daim bir emek yüceltisiyle, emeğin kurtuluşuna dönük bir amaçla, hedefle birlikte var oluyor. Umut ve emek kavramları üzerinden bütünleşen dizeler onun şiirinin ana dinamosunu oluşturuyor.” Şiirsel anlayışınızı öğrenebilir miyim? 

Bir fabrikada çalışıp yaşamı her gün kafa ve kol emeğiyle yeniden üreten bir işçi olarak ‘emek’ kavramı hayatımın en yüce parçasıdır. Umut içinse şunları söylemek isterim. Günümüz şiiri hem politik hem de psikolojik saldırı altında. Geçmişte bireyciliği öğütleyen sistem bugün bireysel tükenişi örgütlüyor. Son dönemde bireysel tükeniş, kişisel çaresizlik, buhranlar, yanılgılar, yenilgiler üzerine yazılan şiirler, yeni bir akım olarak sunuluyor ve şiirin bu şekilde icra edilebileceği söyleniyor. Umutsuzluğu ve çaresizliği veri alan, değiştirmeyi değil kabullenmeyi öneren bu üretimler diken gibi çoğalırken ne yazık ki okur tarafından da karşılık buluyor. Toplumsal yenilgiler ya da kişisel yanılgılarımdan yola çıkarak ‘ağlak’ şiirler yazmak istemedim. Derya olan toplumcu şiirimizde bir çakıldım ve o taşı sıkarak soyunu çıkarmalı, mısralarıma umudu işlemeliydim. Bundandır ki bireysel tükenişi, çaresizliği, yenilgiyi ve kabullenişi değil; umudu, değiştirebileceğimize olan inancı, mücadeleyi ve direnişi anlatan şiirler kaleme aldım. Bugün toplumcu şiir yazanlarda bile umut yitimine çok rastlıyorum. Kabul ediyorum toplumcu şiir gerçekçi olmalı. Ama sadece çağımızın yenilgi ve yanılgıları üzerine kurulmamalı, mutlaka içinde devrimci bir moral gücü de taşımalıdır.