Profesör Elyn R. Saks, Say Yayınları’ndan çıkan kitabı ile “Bir Şizofrenin Yaşamı”na tanıklık etmeye davet ediyor. Bedeli en ağır biçimde ödenen bir hayat. Umutsuzluk bataklığında umut çiçekleri.

Umutsuzluk bataklığında umut çiçekleri

Yaşar Öztürk

Her yüz kişiden birinin yaşadığı bir dramı cesaretle seslendiriyor, Elyn R. Saks. İnsanın en mahrem yeri denince hep akla cinsellik geliyor olsa da gerçekte bu yer, akıl. Bedensel bir hastalığınız, aksaklığınız, eksikliğiniz varsa bunu dillendirmek de karşıdakilerin sizi anlaması da kolaydır. Ancak akıl, duygu ve durum bozukluğu söz konusu olunca işin rengi değişiyor. Toplumun, ailenin ve bireyin bunun farkına varması, anlaması, anlayış göstermesi biçim değiştiriyor.

Tehlikeli, bulaşıcı hastalıklar karşısında bile acıma, anlama ve yardım etme duygu ve düşüncesi baş gösterirken akıl sağlığı konusunda empati yok oluyor.

Dışlama, duvarlar örme, uzaklaşma ve uzaklaştırma devreye giriyor. Bir de “Deli” damgası vurulursa o zaman durum daha yakıcı oluyor.

HEM HASTA HEM HEKİM

İngiltere ve ABD’de dünyanın en ünlü üniversitelerinde okuyan Elyn R. Saks hem hasta, hem hekim, hem de hukukçu olarak damdan düşenlerin öyküsünü kendi yaşadıklarını dillendirerek anlatıyor: “Psikotik bozuklukların en ağır olan şizofreni, yaklaşık olarak her yüz kişiden birini etkilemektedir. Bazı araştırmacılar bunun sadece tek bir hastalıktan ziyade bir dizi hastalık olabileceğini düşünmektedir ki bu da aynı tanıya sahip insanların nasıl birbirlerinden bu kadar farklı görünebildiklerini açıklayabilir. Her halükarda, şizofreni her ne olursa olsun, kesinlikle “kişilik bölünmesi” değildir, gerçi bu ikisi kamu tarafından sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır; şizofrenik zihin bölünmüş değil, parçalanmış zihindir. (..) Şizofreni yavaş yavaş yayılan, zaman geçtikçe sezilemeyecek bir şekilde yoğunlaşan bir sis gibi çöker. İlk başta gün yeterince aydınlıktır, gökyüzü berraktır, güneş omuzlarınızı ısıtır. Ama çok geçmeden etrafınızda hafif bir sis oluştuğunu fark edersiniz ve hava da artık o kadar ılık gelmez. Bir süre sonra, güneş kalın bir kumaşın ardında kalmış loş bir lamba gibi olur. Ufuk gri bir pusun ardında kaybolmuştur ve akşamüstü karanlığında üşümüş ve ıslanmış halde dururken rutubeti akciğerlerinizde yoğun şekilde hissedersiniz. Benim için (ve benim gibi birçok kişi için) bu sisin ilk kanıtı sağduyu çerçevesinde temel düzey kişisel hijyende -akıl sağlığı camiasında öz bakım becerileri ya da günlük yaşam faaliyetleri denilen- kötüye gitme, azalmadır.”

Bu aşamada aile, gerçek dostlar ve hekimlerin önemine değinen Elyn: “Gerçek dostlar bu dünyada izleyeceğimiz yolun haritasını çıkartmamıza yardım ederler ve benim durumumda da –net düşünebilme yetimi yavaş yavaş kaybetmeye başlamama yol açan şizofreninin ilk karışık sinyalleriyle- Kenny adeta bir ormanda bana kılavuzluk eden biriydi. Dikenli ve taşlı, sert dönemeçlerle dolu bir yolda yürüyorsanız kolayca kaybolabilir, yorulabilir ya da cesaretinizi yitirebilirsiniz. Her şeye büsbütün boş vermek sizi cezbedebilir. Ama nazik ve sabırlı bir insan gelip de, “Zorlandığını görüyorum; hadi, beni izle, yolunu bulmana yardım ederim,” diyerek elinizi tutarsa, yol üstesinden gelinebilir bir hale gelir ve yolculuk da daha güvenli bir hal alır.”

umutsuzluk-batakliginda-umut-cicekleri-808541-1.

HER ŞEYİN CANI CEHENNEME

Beynin kimyası ve iç yapısındaki hastalık, rahatsızlık kişinin yakınındaki kişilerin ayrılığı, uzaklaşması ile yattığı pusudan çıkıp gemleri eline alıyor. Dostlarıyla geçirdiği zamanları kendini yuvasında hissettiği anlar olarak yazan Elyn: “Onlar benim için bir aile olmuşlardı ve genellikle de asıl ailemden beni daha fazla kabulleniyorlardı. O zamanlarda beni ailemden daha iyi tanıdıkları kesindi. Şimdi ise bunların hepsi sona ermişti. Onların dostluğu olmadan, gülüşmelerimiz olmadan, kılavuzluğu ve bilgeliği olmadan ben ne yapacaktım?(...) Beynimin bir kısmıyla onun söyledikleri işitmiş ve inanmıştım. Diğer kısmıyla bocalamaya başlamıştım. Gün içinde çılgın gibiydim, geceleri ise uykusuzdum. Davranışlarım çabucak o kaotik ilk yıldaki davranışlarıma benzemeye başlamıştı. yine bağırıp çağırıyordum, kontrolümü kaybetmiştim, Kahkahalarım sık sık histeriye doğru ivme kazanırken aptalca şeylere cesaret ediyor, aptalca şeyler yapıyordum. Birkaç kez insanların bana korkuyla baktıklarını fark etmiştim. Bırak ‘baksınlar’, diye düşünmüştüm. Umurumda değil. Her şeyin canı cehenneme!”

En zor olan ailenin, toplumun dışında bireyin kendisinin de hastalığı ve tedavisini, kabul etmemesidir. Elyn’a, “Derhal bir psikiyatriste başvurman gerekiyor”, “İlaç almalısın, tehlikedesin” sözleri etkisiz kalıyor. Günlerce ne uyumuş, ne banyo almış ne de giysilerini değiştirmiş. Berbat göründüğünün kendisi de farkındayken, Elyn: “Benim durup dinleyecek sabrım yoktu. Beni düşündükleri için Richard ve Jean’e teşekkür edip bana söyledikleri her şeyi düşüneceğimi söyledim. Ama ikna olmamıştım. İlaç mı? Bedenime kimyasal bir şey sokmak ve etrafta aptal aptal dolanmak mı? Hayır, bu kesinlikle hata olurdu. Bana... öğretilen buydu ve benim inandığım şey de buydu. Babamın sesi: ‘Aklını başına topla Elyn.’ İlaç almak diye bir şey söz konusu olamazdı, her şey bana bağlıydı. Ve benim pek bir değerim yoktu. Ben hasta değilim.”

‘HASTA DEĞİLİM’ DEDİM

“Sendeki bu rahatsızlık iradesizlikten kaynaklanmıyor, Elyn. Biyokimyasal bir şey bu. Tedavi edilmeyen depresyonlar bir yıl veya daha uzun süre devam edebilir; hakikaten o kadar süre beklemek mi istiyorsun? İlaçlar birkaç hafta içinde kendini iyi hissetmeni sağlayacak. Bunlar sokakta satılan uyuşturucular gibi şeyler değil, onlar iyileşmeni sağlayacak şeyler...” Bu sözleri reddeden “İnsanlar şu veya bu hapı aldıkları için değil, bunun için çaba gösterdikleri için iyileşmeli,” diyen Elyn: “Hap almak hile yapmaktır... danışmanların sözleri kafamın içinde pirinçten koskocaman bir gong gibi çınlayıp duruyordu: “Kendi sorumluluğunu üstlen.” Ağzıma bir hap sokma fikri midemi bulandırıyordu. Ayrıca iyileşmek için bir ilaca ihtiyacım olacak kadar zayıf karakterli birine dönüşmüş olmam fikri de aynı şekilde mide bulandırıcıydı. “Ben hasta değilim” diye karşı çıktım.”

“Aramızda insani bir temas vardı ve bu da benim açlığını çektiğim bir şeydi” dediği kişiler onu ilaç almaya ikna etse de “Psikozlu olduğunuzda, fanteziyi gerçeklikten ayıran duvar dağılıp gider; kafamın içindeki fanteziler gerçekti ve her şey gerçekten de olup bitiyordu. Gördüğüm imgeler, eylemlerim bunların hepsi gerçekti ve bu beni çılgına çeviriyordu” diyor, Elyn.

Şizofreniyi tanımlayan Elyn: “Kişinin gerçeklikle bağının çok büyük oranda kopmasına yol açan bir beyin hastalığıdır. Bu hastalığa genellikle sanrılar, yani sabit ama yanlış inanışlar (binlerce insanı öldürdüğünüzü düşünmeniz gibi) ve hatalı duyusal algılar, yani halüsinasyonlar eşlik eder (az evvel bıçaklı bir adam gördüğünüzü sanmanız gibi). Kişinin konuşması ve mantık yürütüşü tutarsızlık ve anlamsızlık derecesinde düzensiz ve karmaşık bir hal alabilir” derken umudu da ekliyor: “Zeka disiplinle birleştiğinde her türlü zorluğun üstesinden gelebilir(...) Bir sırrı gizlemek için yalan üstüne yalan söylemek kendimi kötü hissetmeme sebep oluyordu ama ne yapayım ki akıl hastalığı üzerinde bir fiyat etiketiyle birlikte geliyordu ve ben de etikette yazan fiyatı ödemeye razıydım.”
Bedelini en ağır biçimde ödediği hayatını anlatarak Elyn R. Sacks umutsuzluk bataklığından umut çiçekleri uzatıyor.