Unamuno öyle muhafazakârlığının altında radikal görüşler barındıran kafası karışık birisi değildi; iki karşıt ucu birleştirmeye çalışan uyanıklardan da değildi. Tersine, o dindar bir muhafazakârdı.

Unamuno’nun selamı var, haysiyetli muhafazakâr aranıyor

> FERİT BURAK AYDAR Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
Editörü, Çevirmen

Geçen ay Can Yayınları’ndan Miguel de Unamuno’nun iki kitabı yayınlandı: Sis ve Yaman Adam (Behçet Necatigil çevirisiyle). Basklı aydın Unamuno Türkiye’de genellikle edebi eserleriyle bilinse de, yirminci yüzyıl başında İspanya’da yaşamış, üretmiş, etkide bulunmuş muhafazakâr bir aydın, felsefeci, akademisyen. Unamuno’yu görünce aklıma hemen İspanya’nın “98 Kuşağı”ndan akranı José Ortega y Gasset geldi, sonra İç Savaş’a kadar varan bir toplumsal hercümerç içinde başlarından geçenler ve şimdi bizim başımıza gelenler…
Muhafazakârlar ya da (siyaseten daha doğru tabirle) sağcılar modern çağda, özellikle de dinî önyargıların ağır bastığı toplumlarda aydın çıkaramıyorlar, hele hele evrensel sanatçılar çıkarmakta iyiden iyiye zorlanıyorlar. Bunun acı bir diyeti olarak mı alınır bilinmez, aydının solcu olanı da otomatikman muteber sayılıyor ve hal böyle olunca, birçok aydın bu bahşedilmiş ama hak edilmemiş otoritenin üzerinde yükselerek adeta sağcı aydınlara rahmet okutuyor. Türkiye’nin AKP’yle geçen yılları bunun sancılı bir özeti gibi.

Bambaşka bir yazının konusu olsa da, sağcı aydın, tanımı bakımından, sağcı dünya görüşü yüzünden eleştirel gözlüğü bulanmamış kişi demektir; aksi takdirde sağcılıktan, muhafazakârlıktan bahsedebiliriz, ama aydın olmaktan bahsedemeyiz: Eleştirel duruş yoksa aydın da yoktur. Bu eleştiri geriye özlemi de barındırabilir, statükoculuğu da; ama eleştiri ve buna paralel olarak dar grup çıkarları yerine, belli bir evrensellik olmazsa olmazdır.
Muhafazakâr aydın Miguel de Unamuno’nun takdire şayan tutumu burada devreye giriyor. Unamuno öyle muhafazakârlığının altında radikal görüşler barındıran kafası karışık birisi değildi; iki karşıt ucu birleştirmeye çalışan uyanıklardan da değildi. Tersine, o dindar bir muhafazakârdı. Mesela kendisini en yakıcı şekilde ilgilendiren soruna ilişkin olarak: Bask ulusal hareketi gayet milliyetçi olmasına rağmen, Unamuno İspanya’nın üniter yapısını savunuyordu. Zaten bu yüzden de, İspanya’nın 1936 yılında sürüklendiği İç Savaş’ta cephenin sağ tarafını, darbeci faşistleri seçmişti.

Fakat Miguel de Unamuno bir aydındı. Solcu değerlerle entelektüel açıdan uyuşması mümkün değildi, ama belli ki bunun sebebi dinci faşist fikirlere yürekten bağlılığı değildi; muhafazakâr görüşlerini toplumsal alanda mantıksal sonuçlarına kadar götürmeye, bunları hayata geçirmek için gerekli politikaları elde silah savunmaya ise hiç hazır değildi. Bu uçurum çok kısa sürede kendisini gösterdi.

Hani bugün demokrasiden kavrulan ülkemizde sesini çıkaranı hapse tıkıyorlar, işsiz bırakıyorlar, tazminat ödeterek kıvrandırıyorlar ya, İspanya’da faşist general Franco işi bu kadar uzatmıyordu: Muhalif ya da muhalife benzer herkesi dosdoğru kurşuna diziyor, yetmezmiş gibi cesetleri ibret-i âlem için günlerce sokakta bekletiyordu. Unamuno kurbanlar arasında kendi arkadaşlarının da olmasının etkisiyle dehşete düşmüştü. Kendi hayatlarında dinin gereklerini yerine getirmeyen, ahlak zabıtalığı yaparken her türlü ahlaksızlığa batmış olan sağcıların birdenbire dindar, ahlaklı kesilmiş olmasını hazmedemiyordu.
Patlama 12 Ekim 1936’da, İç Savaş’ın üçüncü ayında yaşanır. Kendisinin rektörü olduğu Salamanca Üniversitesi’nde gerçekleştirilen, Franco’nun eşi ve faşist erkânın hazır bulunduğu milliyetçi bir anma sırasında; Bask ve Katalan yurttaşlara yönelik hakaretlerin duyulduğu ırkçı konuşmalar sık sık” “Yaşasın Ölüm!’” sloganlarıyla kesilir. Katolik filozof Miguel de Unamuno için tahammül sınırları aşılmıştır. Ayağa kalkar ve lafını esirgemeden konuşur: “Ben Basklıyım (Bask kökenliyim mi demeliydi?!) ve ömrüm sizlere bilmediğiniz İspanyol dilini öğreterek geçti.” Hemen tayyarlardan biri lafa atlar ve darbeyi meşrulaştırmaya çalışır. Unamuno’nun “‘Yaşasın Ölüm!’ de neyin nesi” itirazına, bu kez bir yusufkaplan, “o halde aydınlara ölüm” diye hönkürür. İspanyol darbeciler de “bir lokma bir hırka” diyerek yola çıktıklarından ama canları da tatlı olduğundan bir koruma ordusuyla dolaşmaktadır ve bu korumalar Unamuno’yu tehdit etseler de susturamazlar; İç Savaş’ın zıvanadan çıktığını savunarak tarihe geçecek laflarını eder: “Dize getirebilirsiniz ama ikna edemezsiniz!” İspanyolcada fethetmek/dize getirmek (vincer) ve ikna etmek/inandırmak (convencer) üzerinden yapılmış bir kelime oyunudur bu. Unamuno ne işten atılma, ne mahalle baskısı, ne öldürülme korkusu duyar; faşistlerin yüzüne düşüncelerini korkmadan haykırır: İki ay sonra ev hapsinde olduğu Salamanca’da ölecektir. Bu açıdan cumhuriyetin kuruluş sürecinde bile sürekli yalpalamalar sergileyen ve solculuğu muhafazakâr zihniyetine yenik düşen Ortega y Gasset’ten çok daha ileridedir.
Bugün Türkiye’de çocuklara din kılıfı altında tecavüz ediliyor, sonra bunlar aklanıyor; kasa kasa, TIR TIR hırsızlık yapılıyor; dün “süreç” satılan insanların evleri başlarına yıkılıyor; kapitalist kârlar adına iş cinayetlerinde zirveye çıkılıyor… Ha diyince insanın aklına yüzlerce yüz kızartıcı rezalet geliyor; ama bunlar ülkedeki tek bir muhafazakârın –bıraktım beynini kemirmeyi– vicdanını sızlatmıyor. Unamuno tarihî sözlerini “ikna etmek lazım, ama bu da nefretle olacak iş değil” diye bitirir. Bugün nefretin cisimleşmiş hali ülke (ve okulları) yönetiyor, “bu yaptıklarım daha ne ki” diye bas bas bağırıyor. Korkunç bir iç savaşa sürüklenmemek için sağlı sollu vicdana ve haysiyete her şeyden çok ihtiyaç var.