Üniversite, AKP iktidarı ve Boğaziçi Direnişi

Suna Özcan*

Eleştirel düşünceyi bilimsel iş birliği temelinde ele alarak inşa edilmiş özerk yapılar olan üniversitelerin toplumla ilişkisi her dönem büyük önem taşımıştır. Üniversiteler, antik dönemden beri var olan “sorgulamanın olmadığı yerde bilim üretiminin mümkün olmayacağı” şiarı ve topluma karşı sorumluluk bilincinin bir araya gelmesiyle özellikle modern dönemde toplumsal hareket ve değişim iddiasının ana odağı haline gelmiştir. Bu bağlamda çağımızda üniversitenin iktidarla kurduğu ilişki, yapısal olarak taşıdığı dönüştürücü potansiyelden ötürü her zaman hassas olmuştur ve bugün de gerek rejimin baskı aygıtlarıyla sindirilmeye gerek evrensel değerlerinden kopartılarak iktidara/sermayeye hizmet eden, kamucu değil seçkinci bir profile büründürülmeye çalışılmaktadır.

EMPERYALİZMİN KARŞISINDA

Türkiye’de 1960’lı yıllar ile 80 arasındaki yükselen sınıf hareketiyle birlikte üniversite gençliği de toplumsal mücadele içinde kendini göstermiştir. Bu dönemde üniversite gençliğinin dünyada da değişen politik atmosferle beraber (akademik taleplere oranla daha yoğun bir şekilde) Amerikan emperyalizminin karşısında antiemperyalist mücadeleye; köyden kente göç dalgasıyla birlikte kampüslerden gecekondulara; sanayileşmenin hızlanmasıyla fabrikalara yönelmesi, toplumla bağları güçlü ve özerk üniversitenin toplumu değiştirme iradesinin beşiği olabildiğine örnek teşkil etmektedir. O yıllarda Zonguldaklı madencilerin dertleri İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin de dertleridir. ODTÜ’de yalnız Hasan Tan’a karşı direnilmez, Ordulu fındık işçilerinin sorunları da ODTÜ kampüslerinde konuşulmaktadır. Örgütlü emekçi sınıflarla ortak hareket eden gençliğin talepleri halkın, halkın talepleri de gençliğin talepleridir.

12 EYLÜL MAHSÜLLERİ

Üniversite gençliğinin toplumsal hareketlerin ateşleyici güçlerinden olması, 80 darbesinin ardından kurulan YÖK’le o gençliğin yetiştiği üniversitelerin “devlet gözetimine alınması”nı da doğurmuştur. 12 Eylül faşist saldırılarıyla depolitizasyona maruz bırakılmış kampüsler, 90’larla birlikte toplumsal muhteviyatı her zaman korunmakla birlikte bu kez daha akademik ve üniversiteye yönelik taleplerle tekrar hareketlenmiştir. Gençlik iktidarın baskı politikalarıyla beraber üniversitelerdeki haksız harç uygulamalarının kaldırılması, gasp edilen akademik özerkliğin yeniden tesisi, YÖK’ün kapatılması gibi taleplerle de mücadelenin içindedir. Çeşitli kazanımlar ve kayıpların ardından, AKP iktidarının sahneye çıkmasından günümüze geldiğimizde ise görüyoruz ki bugün AKP’nin üniversiteye yönelik tasarrufu, 12 Eylül mahsulü YÖK’ten dahi geri bir konumdadır.

Üniversiteye yönelik saldırıları 2016 yılından beri gittikçe şiddetlenen AKP’nin bu tutumu da üniversitenin iktidarlar için ifade ettiği anlamı gösterir niteliktedir.
AKP sadece ardı ardına rant ve akademiyi yozlaştırma amacıyla açılan, aile şirketi mantığıyla yönetilen “maaş kapısı” özel üniversitelerle; Barış Akademisyenleri ihraç edilirken doğalında orada görev yapamayacak, gerici ve çoğu intihalci, liyakatsiz akademisyenleri atamakla yetinmemiştir.
Eğitimi niteliksizleştirip “milli-manevi değerler” kisvesiyle dindar ve kindar bir nesil için üniversite nezdinde ilerici birikim ve değerlere saldırılarla akademiyi çoraklaştırmaya çalışan AKP, kampüsleri de Saray ve külliyeler için parselleyerek üniversite özerkliğini her anlamda yok etme çabasındadır. Bu politikaların bir diğer ayağı da rektörlük seçimlerinin kaldırılmasıyken, yakın geçmişte bunun en çok ses getiren örneği ise şüphesiz Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılan rektör atamasıdır.

Senelerdir akademi için en sert dönemeçlerde dahi ses yükselten, eleştirel akıl ve sorgulamaya hâlå sahip çıkan, mezuniyet törenlerinde kabine üyelerinin yer alamadığı nadir kamu üniversitelerinden olan Boğaziçi Üniversitesi’ne, Kayyum Mehmed Özkan’dan sonra Melih Bulu’nun atanmasıyla başlayan direniş toplumun geniş kesimlerinde yankı buldu.

AKP’nin baskı, şiddet politikaları pandemi kısıtlamalarıyla birlikte uzun zamandır hareketsiz halde bulunan üniversiteler ve geniş toplumsal muhalefet, Boğaziçi’nden yükselen haklı talepleri besleyen damarlar haline geldi.

DİRENİŞ DEVAM EDİYOR

YÖK atamasına rağmen 2016’ya kadar kurum içi demokratik teamüllerle kendi rektörünü seçen Boğaziçi de kurum dinamikleri hiçe sayılarak atanan Bulu gibi AKP’nin piyasacı üniversite anlayışının temsilcisi, liyakatsiz ve cinsiyetçi söylemleriyle anılan birini kabul etmeyeceğini 2 Ocak’ın ilk saatlerinden itibaren duyurdu. O günden beridir 15 Temmuz’da Bulu’nun görevden alınmasına rağmen devam eden Boğaziçi Direnişi, şüphesiz Türkiye’nin tarihinde de ayrı bir yere oturacaktır. Okul öğrencilerinin itici gücüyle başlayan direniş, akademisyen ve emekçilerle birlikte mezunların da dâhil olmasıyla topyekûn bir üniversite bileşenleri direnişi örneği taşımakta. Öğrenciler her gün ‘kayyumluk’ önüne nöbet çadırını kurarken, akademisyenler de sırt dönme nöbetlerine devam etti. Basın açıklamalarıyla direniş iradesini büyüten emekçilerle, yurtiçi ve dışından mümkün olan her yolla direnişe destek olan mezunlarla hep birlikte mücadele edildi. Talepler listesiyle her basın açıklamasında meselenin yalnızca Bulu’nun gitmesi olmadığını, tüm üniversitelerdeki kayyumların istifası ve bileşenlerin katıldığı demokratik rektörlük seçimleri de talep edildiğini ilk günden beri tekrarlayan direniş, kendi kaderini diğer üniversitelerden ayrı görmediğini de defalarca gösterdi. 6 ayı aşkın süredir diğer iktidar politikalarına karşı da söz ve eylem üreten, renkli ve çeşitli eylem pratikleriyle birlikte bir yandan da “Nasıl bir üniversite İstiyoruz?” tartışmaları yapan, geçmişin önemli deneyimlerini var etmiş öznelerle de buluşarak yüzünü öğrenci hareketleri tarihine de dönen Boğaziçi Direnişi, Bulu gitmiş olsa da hâlâ bitmiş değil.

Uzun zamandır şiddetini arttırarak var olmak dışında şansı bulunmayan tek adam rejiminin atadığı kayyuma tüm baskı ve kara propagandaya rağmen 6 aydan uzun süre direnen inisiyatif ve bileşenler, bunun sonucunda atılan geri adımın kerameti kendinden menkul bir düzenleme değil, bir mücadele kazanımı olduğunun da farkında. Refleksif çıkışlarla kazanılacak bir Pirus zaferi yerine süreci uzun erimli kılmanın yollarını arayan, direnmenin kazandıracağından umudunu kesmemiş, gücü AKP’ye atfetmek yerine mücadeleye atfeden Boğaziçi Direnişi, bu “kazanım” karşısında rehavete kapılmak yerine ondan cüret bularak daha fazlasını istediğini söylüyor ve mücadeleye çağırmaya devam ediyor.

* Boğaziçi Üniversitesi Öğrencisi