Geçenlerde Doğan Tılıç mahallede karşılaştığı tretuvar taşı döşeyen yeni mezun şehir plancısını köşesine taşıdı. Bir şehir plancısı ve akademisyen olarak, birlikte yaşadığımız bu karşılaşmayı kendi penceremden biraz daha ayrıntılı anlatmak istiyorum.

Yürüyüş yaparken yol boyu tretuvar taşı döşeyen üç işçiye sataşma benden geldi. Uğraştıkları tretuvara verilen eğimi, çalışanlarla bir iki kelam etmek için bir fırsat olarak gördüm. “Bu yağmur için verdiğiniz eğim biraz fazla değil mi” yollu sataşmama gelen yanıt netti; “Değil hocam ancak kurtarır, zaten şu taraf biraz inecek”. Elbette konuşma burada bitemezdi. İnşaat işiyle uğraşanlar, ustalarla okumuşlar arasında karşılıklı bir gerilim ve dudak kıvırmayı bilirler. Mimarların, mühendislerin hesap kitabı karşısında ustaların sahadan gelen alaylı bilgisi zaman zaman iki kesim arasında gerilimlere yol açar. Biraz da orayı kaşımak için, “valla bilmem ben mimarlık mezunuyum, bu eğim bana biraz fazla geldi” dedim. Mimarlık Fakültesi mezunu olmakla birlikte mimarlık değil, şehir planlama bölümü mezunuyum. Mimarlık diye yuvarlamamın nedeni, mimarlığa göre şehirciliğin daha az bilindiğini varsaymamdı. Bu varsayımları boşa düşüren yanıt üç işçinin en genç olanından geldi; “Ne var abi, ben de şehir planlama bölümü mezunuyum. Gördüğün gibi burada taş döşüyoruz”.

Daha fazla nasıl boşa düşebilirdim ki? Okumuş olarak karşımda alaylıların olduğu varsayımı da buradan yola çıkarak şehir plancılığının bilinmeyebileceği varsayımım da genç işçi tarafından taca atılmıştı.

İki üniversite hocası için bir taşra üniversitesinden mezun olup, yaşamını taştan çıkaran bu gencin hikâyesi yenilir yutulur cinsten değil kuşkusuz! Üstelik Doğan’dan farklı olarak, bu genç işçinin mezun olduktan sonra hak kazandığı şehir ve bölge plancısı mesleğinin örgütü olan TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın 2008-10 yılları arasında Genel Başkanlığı’nı üstlenmiş olmamın yarattığı bir başka ağırlığın daha altında kalmıştım.

Bu sert hikâye birçok açıdan anlatılabilir; Doğan Tılıç, düzenin ayıbına parmak bastı. Ben olayın mesleki boyutuna değinmek istiyorum. Son yıllarda birkaç bölüm dışında, yeni mezunların her alanda işsizlik sorunu ile karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Kontrolsüz biçimde açılan bölümler ve artırılan kontenjanlar ve onlara eklenen butik özel üniversiteler kuşkusuz işsizlik sorunun asıl kaynağı değil. Öte yandan şu da bir gerçek ki “taşra üniversiteleri” kadro ve diğer olanakların yetersizliği nedeniyle donanımsız, bu nedenle de müzakere gücü olmayan kitlesel bir işgücünü piyasaya çıkarıyor. Tretuvar taşı döşeyen genç şehir plancısının mezun olduğu taşra üniversitesinin kadrosunda üç akademisyenin bulunduğunu buraya not düşeyim!

Şehir Plancıları Odası Başkanlığı yaptığım dönemde mantar gibi biten şehir planlama bölümlerinin sayısının artışını önlemek için Planlama Okulları’yla birlikte nafile bir çabanın içinde olduk; sayılar katlanarak artmaya devam etti.

Unutmadığım anekdotlardan biri, Konya’da ŞPO Temsilciliğini ziyaret vesilesiyle yaptığımız toplantıda, orada faaliyet gösteren plancıların bir bölümünden gelen şikâyetti. Piyasaya giren ve sayıları artan plancılar, kimi şehrin kaderiyle oynayacak nitelikte plan kararlarının altına 500 lira karşılığında imza atıyordu. Sayılar arttıkça mesleki değerler piyasa değerlerince teslim alınıyordu. O günden bugüne ne olduğuna gelince, Konya’da bir olan şehir planlama bölümü sayısı, ikiye çıktı.

Geldiğimiz noktada genç mezunların önemli bölümü için seçme, 500 liraya kentin bir parçasını kemiren bir plana imza atmakla, tretuvar taşı döşemek arasında yapılıyor.

Seçenek buysa meslek(ler) de, meslek insanlarını yetiştiren üniversite de yolun sonuna geldi demektir ve kapısı aralanan online eğitim durumu daha da vahim hale getirecektir. Yeni yollara ihtiyacımız var! Yollara taş döşeyen gençler sadece deneyim değil düzene kızgınlık da biriktiriyor. Yolda gördüm…