İktidar KHK marifetiyle, norm kadro düzenlemesiyle tasfiyeye devam ederken, atılanlar-atılmayanlar, gidenler-kalanlar, mücadele edenler-etmeyenler ikilikleri üzerinden mücadeleyi bölmeye devam ediyor; üniversitenin içerisi-dışarısı arasındaki sınırı keskinleştiriyor.

Üniversite diye bir derdimiz de var, bildiniz mi?

Aysun Gezen - KESK Eşbaşkanı

AKP iktidarının toplumu neoliberal-siyasal İslamcı çerçevede yeniden yapılandırma sürecinde üzerinde en yoğunlaştığı alan, devletin en önemli ideolojik aygıtlarından olan eğitim. Eğitimin ticarileştirilmesi, piyasaya açılması, metalaşması, eğitim kurumlarının kendilerinin bir pazar haline gelmesi ile dinselleşme iç içe geçmiş durumda. Dinselleşme, neoliberal politikaların uygulanmasının önündeki engelleri yok etmek, başka bir dünya tahayyülünü ortadan kaldıracak, içinde yaşadığımız sisteme mecbur olduğumuzu, değiştiremeyeceğimizi belletecek bir şükür pedagojisi yaratmak için seferber ediliyor. Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu emek gücünü, eğitimli ucuz iş gücünü yaratacak ve daha mezun dahi olmadan piyasanın ihtiyaçlarını karşılamaya yönlendirecek bir eğitim sistemi 1980 darbesi sonrası YÖK’ün kuruluşundan bu yana adım adım hayata geçiriliyor.

Bologna süreci ile birlikte küresel piyasada rekabet edebilirliği arttırmak amacıyla dönüştürülmeye başlanan üniversitelerin kendileri bütün mekanlarıyla bir pazar haline getirildi; insanı sermayeleştiren, eğitimi ticarileştiren anlayış bütün eğitim kurumlarını giderek daha fazla ele geçiriyor. Üniversiteleri bölen, bölünen fakültelerden yeni üniversiteler kuran – yetmezmiş gibi rektör olma kriterini eski MEB müsteşarına göre değiştirip rektör atayan – yerel sermayedarların ihtiyaçlarını karşılamayı esas alan, öğrencileri birbirinden yalıtmayı, birbiriyle rekabet eder hale getirmeyi, mücadeleyi bölmeyi amaçlayan yasa tam da bu düzenlemenin bir parçasıydı. Üniversitelerde bu kadar ciddi bir dönüşüm yaşanırken, bütün üniversiteler aile efradı kurumlarına çevrilirken, bu dönüşüm karşısında sesini yükselten öğretim üyeleri, elemanları KHK listelerine eklenir, kampüste baskıya, mobbinge, angaryaya maruz bırakılırken, öğrenciler tutuklanır, yargılanır, soruşturulurken üniversite mücadelesinin, saldırının boyutunun yanına yaklaşılmayacak derecede bile tartışılmaması hayret edilesi..

Oysa üniversite, gençliğin, sahip olduğu/edindiği bilgiyi ve emek gücünü sermayedarların daha fazla kar etmesi için değil de toplumsal ihtiyaçların karşılanması için, insan, toplum, doğa yararına kullanacağı, kendini gerçekleştirebileceği, özgürleştirici bir eğitim alması için son derece önemli bir mevzidir; bu mevzi asla terkedilemez!

AKP üniversitelerimize ne yaptı?
AKP üniversitelerimizi bir üst level’a geçmek için gerekli puanları toplamaya çalışan bireysel oyuncular alanına çevirdi. İş güvencesini yok etti, akademik teşvik adı altında performans sistemini getirdi; üniversiteler yayın çöplüklerine dönüştürüldü, bilimsel bilgi üretimi, eleştirel, özgür düşünce yerine projecilik hakim kılındı. Toplumsal ihtiyaçları, toplumsal yararı değil, projelerden elde edeceği daha fazla geliri odağına koyan bireyci rekabeti körükledi; Dave Hill’in deyişiyle yükseköğretimde projecilik, kendi içinde araştırma proletaryası ve araştırma kapitalistleri yarattı. Kolektif ve dayanışmacı olması gereken bilgi üretim süreci, rekabete, yükselmeye, kar elde etmeye kurban verildi.

Öğrenciler açısından ise daha iyi bir iş umuduyla toplanan “AKTS” puanlarının biriktirildiği bir oyun bu. Herkesin geçtiği standart aşamalardan sonra bireysel niteliklerini arttırmak için daha fazla para harcayabilenler/harcamayı göze alanlar daha iyi işlere yerleşme olasılıklarını arttırmaya çalışır hale geldiler. Yekünde üniversitelerin toplumla bağı koparıldı, üniversiteler kar getiren işletmelere çevrildi. Eğitim-öğretim yılı başlamadan “koca koca profesörler” okullarını pazarlayıp müşteri çekmek için televizyon ekranlarında boy gösterdi; billboardlar pazarlama hünerlerini yarıştıran üniversite reklamlarıyla doldu. Piyasa ihtiyaçlarını biricik kıblesi görenler mütevelli heyetlerine sermayedarları, aynı anlayışın bayraktarlığını yapan yandaş mülki amirleri yerleştirecek düzenlemeler yaptı.

AKP Üniversiteleri Dinselleştiriyor
Eğitim kurumlarının adını yatırım programlarıyla birlikte anan piyasacı anlayış, kapitalist üretim ilişkilerini sarsma ve ortadan kaldırma potansiyelini açığa çıkaracak olan eleştirel düşünceyi, sorgulamayı, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına çözüm aramayı baskılayıp, bilgiyi sadece teknik bir meseleye, eğitimi de teknik bilginin aktarılması yöntemlerine indirgerken her yerde islam bilimi enstitüleri/fakülteleri kuracak kararnameler çıkarıyor; beytülmakdis (peygamberin miraca çıktığı yer) çalışmalarına destek olmak için kudüs araştırmaları merkezleri açılıyor. Toplumun ihtiyaçları yok sayılarak ideolojik hegemonya projesi ve kaynak aktarımı son sürat devam ediyor. Cemaatlerin köklü, ekolü olan ve öğrencileri başka bir dünya tahayyülüyle buluşturabilecek kampüslerde yuvalanması, faaliyet yürütmesi destekleniyor, karşı çıkanlara ya kesici aletlerle saldırılıyor ya da kolluk marifetiyle kampüsler korku mekanları haline getirilmeye çalışılıyor.

Peki ne yapmalı?
Iktidar KHK marifetiyle, norm kadro düzenlemesiyle tasfiyeye devam ederken, atılanlar-atılmayanlar, gidenler-kalanlar, mücadele edenler-etmeyenler ikilikleri üzerinden mücadeleyi bölmeye devam ediyor; üniversitenin içerisi-dışarısı arasındaki sınırı keskinleştiriyor. Öncelikle bu ikilikler tuzağına düşmeden, içerisi-dışarısı arasındaki sınırı muğlaklaştıracak adımlar atmak gerekiyor. Akademi dört duvardan ibaret değilse taş duvarlar arasına sıkıştırılmak istenen üniversite bileşenlerinin etrafına örülen duvarı yıkmak için sınırları silecek omuz darbelerine ihtiyaç var. Piyasacı sisteme ürettiğimiz bilgiyle, eleştirel düşünceyle ve eleştirel düşünmeyi öğreterek direnmek gibi bir güce ve herşeyden önce nasıl bir üniversite istediğimizle ilgili bir tahayyüle ve bu tayahhül peşinde muazzam bir mücadele birikimine sahibiz.

Yaşadığı kampüslerde karşılaştığı gündelik sorunlara karşı mücadeleyi küçümsemeden, barınma, yemek, kütüphane, laboratuvar gibi ihtiyaçları için mücadele veren, bu mücadeleyi mahallesindeki sorun ve ihtiyaçlara da yansıtan, elini taşın altına koyan bir gençlik hareketine ne kadar ihtiyaç olduğunu hepimiz deneyimledik. Bilginin teknisist bir anlayışla metalaştığı böylesi bir dönemde dersler de en önemli örgütlenme alanlarıdır. Sormak, sorgulamak, sorgulatmak, üniversitelerin kapitalist sistemin yeniden üretiminde oynadığı rolü teşhir etmek ve hayalini kurduğumuz üniversiteye ve topluma kavuşmak için dersler hayati önem taşıyor.

Üniversitelerde yaşamı ve ilişkileri düzenleyen kuralların tüm üniversite bileşenlerinin eşit katılımıyla belirlenmesi ve hayata geçirilmesi, demokratik, eşitlikçi özyönetim ve özdenetim, akademik özerklik, bilimsel özgürlük, kamusal finansman, güvenceli çalışma, insan, toplum ve doğa yararının gözetilmesi üniversite tahayyülümüzün olmazsa olmaz ilkeleri.

Üniversiteler sermayedarların işletmeleri değil, kamusal alanlardır! Hayalini kurduğumuz toplumun hemen, şimdi, burada gerçekleşebileceği yegane mekanlardır. Üniversiteler, halkla kampüsler arasındaki, toplumla bilgi arasındaki en kestirme köprüdür.