Üniversiteleri, bulundukları şehirlerin öyküleri ile birlikte düşünmek, birbirlerini nasıl yeniden ürettiklerini ve ortak işlevlerini anlamak bakımından değerlidir. Avrupa’nın ilk üniversiteleri, şehir sınırlarının çok ötesinde tanınır olmuşlardı. Bologna, Oxford, Paris üniversiteleri daha 13. yüzyılda Avrupa’da bilinmekteydi. Değişik kültürlerden öğrenciler bu kurumlarda ortak dil üzerinden üniversal alanı anlamaya çalışırlardı. Bu güçlü eğilimin etkisiyle ortaçağın sonlarına doğru Avrupa’da 80 dolayında üniversite kurulmuştu. İslam dünyası da bu eğilimin içindeydi. 1300 yılında Tebriz’de bir vakfın üniversitesinde 400 hoca ve 6000 dolayında öğrenci vardı. Tarih, evren ve kültürlere odaklanan bu mekanların havasını solumak, bugün bile insanda düşmanlık duygusundan azade bir ufuk açıyor. Gerçek üniversitelerin adeta gizil gücüdür bu.

Üniversiteler modern dönemde de içinde bulundukları kentsel, siyasal-dinsel sınırların ötesinde işlevler üstlenmiş; görece özerk olabilmişlerdir. 19. yüzyılda ilk başta birer kürsü olarak kurulan sosyal bilimlerin de, üniversitelerin yeni dönem sosyal işlevlerinde muazzam etkileri olmuştur.

Bugün dünyanın hemen tüm coğrafyalarında köklü üniversite deneyimleri bulunuyor ve bunlar küresel kurumlar olarak farklı şehirlerden gelen öğrencilere yeni ufuklar sunuyor. Ama aynı zamanda bulundukları şehirlerin-sınırların siyasi ve sosyal alanlarını ciddi biçimde etkiliyorlar ve bunu mümkün kılan en önemli faktör ise kuşkusuz akademik üretim ve kalitedir.

Türkiye’nin, Darülfünun mirası üzerine 1933’de kurulan ilk üniversitesinden bugüne 129 devlet 74 vakıf olmak üzere toplam 203 üniversitesi bulunuyor. 2008’den bu yana artık tüm illerde en az bir üniversite var. Bunların dağılımı da gayet kendine özgüdür. Ekonominin kalbi sayılan Marmara bölgesinde 27 devlet üniversitesine karşılık 45 vakıf; Güneydoğu’da ise 10 devlet üniversitesine karşılık sadece biri vakıf üniversitesi bulunuyor.

Üniversitelerin büyük bölümünün kuruluşunda politik kaygıların çok daha baskın olduğunu söylemek mümkün. Bu durumu en net üniversitelerin sayısı ile ilgili grafiklerden görebiliyoruz. 1950’lere geldiğimizde Türkiye’de sadece iki üniversite vardı. 1980’de bu sayı 19’a, 2000’de ise 72’ye ulaşmıştı. Üniversite kurmaya yönelik ilk büyük politik hamle de bu dönemde gerçekleşmiş; 1992 yılında 24 üniversite kurulmuştu.

Ama 2000’li yıllarda bu tür politik hamleler adeta olağanlaşmıştır. Son 20 yılda 147 üniversite kurulmuştur ki bu, yılda, 7.3 üniversite anlamına gelir. Bu hamlelerde esas kaygının akademik olmadığını gösteren en somut örnek ise son beş yıl içinde bunlardan 18‘inin kapatılmasıdır.

Söz konusu politik hamlelerle kurulan üniversitelerin akademik-bilimsel üretim seviyesi ise büsbütün kendine özgüdür. 2019 yılı Scopus & Web Of Science Veri Tabanına göre Türkiye’de 68 üniversite rektörünün hiç uluslararası yayının olmaması ve 71 rektörün de eserlerine hiç uluslararası atıf bulunmaması gerçekten çarpıcıdır. Oysa sadece Türkiye akademisinin en zayıf olduğu bu noktadan baktığımızda bile, Prof. Dr. Mehmet A. Oturan gibi dünyada eserlerine en çok atıf yapılan ilk 1000 bilim insanı içinde Türkiye kökenli bir akademik birikim bulunuyor. Başka alanlarda da buna benzer örnekler var kuşkusuz. Fakat bu birikim ile Türkiye akademisi arasında geçmişten gelen ve akademi dışı kaygılarla beslenen bir irtibatsızlık hali bulunuyor. Türkiye akademisinin kendine özgü niteliklerinden birisi de bu irtibatsızlıktır.

Bu manzara aşırı ‘yerli-milli’ üniversiteleri, sadece üniversal alandan değil, bulundukları şehir ve sosyolojiden de koparıyor. Zira sözkonusu üniversiteler akademi dışı ilgilere odaklanıyorlar. Dolayısıyla ne üniversal ne de yerli olabiliyorlar. Küresel ölçekteki başarı kriterlerinden hızla uzaklaştıkları gibi yerel sosyolojinin de karısında konumlanıyorlar. Hatta bazen bulundukları şehrin haline-diline o kadar yabancılaşıyorlar ki şehrin uluslararası tanınırlığı ile üniversitenin tanınmazlığı arasındaki mesafe iyice açılıyor. Sanırım bu durum bir üniversite için olabilecek en kötü manzaradır. Örnekler mi? Ne yazık ki çok fazla.