Ajandadaki asıl meselenin Üniversitelerarası Kurul’un yetkilerinin azaltılarak, üniversitelerin ön-plana çıkarılması ve doçentliğin belki de akademik bir unvan olmaktan çıkarılarak bir idari kadro hüviyetine sokulması olduğu görülmektedir. Böylece üniversitelerin zapturapt altına alınması tamamlanmış olacaktır

Üniversitenin karabasanı

Barkın Asal - Hukukçu

Sosyal bilimlerle uğraşanların terimleri arasına ve hatta günlük lisana, yenilerde aktarılan bir deyim var: Paralize olmak. Bir tıp terimi olan “paraliz” (para+lysis), Türkçeye kelime kelime çevrildiğinde, kişinin bir tarafına inme inmesi anlamına geliyor ki bunu daha çok “felç” kelimesiyle karşılamaya alışkınız. Ama terim, sosyal bilim terminolojisinde veya günlük lisanda kullanılmaya başladığında – tıpkı “felç” kelimesinin başına geldiği gibi- bir değişim geçiriyor ve sadece hareketsiz kalmayla eşitleniyor. Daha doğrusu, hareketsiz kalmanın nedeni bir zaruret olmaktan çıkıyor; sorun ne yapılması gerektiği konusunda kararsız kalma haline bağlanıyor. Kararsızlığın ya da öyle gözükmenin kendisinin bir karar olup olmadığına ilişkin tartışma ise, tabii ki, kelimedeki anlam kaymasının dışında kalıyor.

Türkiye’de son on yıldır paralize olma durumunu en uç boyutlarda yaşayan yer, belki de üniversitelerdir. Hukuk fakültesi dekanlarının, AKP’nin kapatılması ile ilgili davanın açılmasının hemen sonrasında, kamuoyunda ortaya çıkan tartışmalardan yargı sürecini korumak amacıyla hazırladıkları bildiri bir yana bırakılacak olursa; bu on yılda, toplum hafızasına kazınmış siyasi içerikli iki olay haricinde üniversitenin adının anılacağını söylemek güç. Anılan olaylardan ilki, türbanla ilgili bildiriler savaşı; ikincisi ise “Bu suça ortak olmayacağız!” bildirisi ve ardından meydana gelenler. Ergenekon davası ile başlayan ilan edilmemiş olağanüstü halden, şekli olarak Anayasa’nın hükümlerine uyularak beşinci kez uzatılan olağanüstü hale kadar getirilebilecek bu dönemde yaşananlar düşünüldüğünde bu yekûn, üniversitenin toplumsallıktan ne kadar uzaklaştığının da ister istemez bir göstergesi…

Öte yandan, üniversitelerin, aynı dönemde devlette gerçekleşen neo-liberal dönüşümün kendi alanlarına yansıması nedeniyle maruz kaldığı alt-üst oluşa da bir cevap ürettiği iddia edilemez. Ülkenin dört bir yanında pıtrak gibi açılan kamu ve vakıf üniversiteleri; üniversite hastaneleri; ikinci öğretimin ve açıktan/uzaktan eğitimin yaygınlaşması, hayat boyu eğitim ve sertifika programları; akreditasyon; teknoparklar, patent büroları, döner sermaye; proje bazlı çalışma ve bunun bir devamı olarak güvencesiz çalıştırma ilk akla gelenler… Bu alandan bakiye kalan tek şey ise araştırma görevlilerin istihdamında 90’lı yılların sonundan itibaren kullanılmaya başlanan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 50d maddesine karşı yaptığı mücadele oldu. Elde edilen de, araştırma görevlisinin lisansüstü eğitimin sonunda kadroyla ilişiğinin kesilmesi yerine eski uygulamanın; yani istihdam edildiği maddenin değiştirilerek lisansüstü eğitim sonrasında, yardımcı doçentlik kadrosu gelene kadar doktor araştırma görevlisi olarak üniversitede çalıştırılmaya devam ettirilmesiydi.
universitenin-karabasani-386925-1.
Ne yazık ki bu tek cevap da, 18.06.2017 tarih ve 7033 sayılı “Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 18. maddesinin, 2547 sayılı Kanuna ilave ettiği Ek 38. maddeyle berhava oldu. Çünkü madde, Kanundaki yürürlük maddesi (89. madde) de dikkate alındığında, 01.01.2018 tarihinden itibaren araştırma görevlisi kadro atamalarının 50d maddesine göre yapılacağını bildiriyor; lisansüstü eğitimini tamamlayanların en fazla %20’sinin belirlenecek kriterler çerçevesinde yardımcı doçentlik kadrosuna atanacağını ve atanamayanların lisansüstü eğitimlerini tamamladıkları kuruma öğretim üyesi olarak geri dönebilmeleri için bir yıl farklı bir yükseköğretim kurumunda çalışmasını öngörüyordu. Bir başka ifadeyle lisansüstü eğitimini tamamlayan araştırma görevlilerinin en az 4/5’inin kadroyla ilişiği kesileceği böylece düzenlenmiş oluyordu. Daha Olağanüstü Hal’in ilk zamanlarında çıkarılan 01.09.2017 tarih ve 674 sayılı KHK’nin 49. maddesiyle Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı kapsamında bulunan araştırma görevlilerin kadrolarının 50d’ye aktarılmış olması da böylece yeni bir anlam kazanmış oldu.1

Kanunun TBMM tarafından yasalaştırdığı ayın başında basına yansıyan haberlerden ise, Yükseköğretim Yürütme Kurulu'nun, Danıştay’ın içtihatları aleyhine, doktor araştırma görevlilerinin kendi talepleri üzerine ders verebileceğini mayıs ayında karara bağladığı öğrenildi.2 2547 sayılı Kanun'un özellikle idari alanda öğretim üyelerine sağladığı yetkiler bir kenara bırakılacak olursa; söz konusu tarihe kadar, bir yardımcı doçent ile doktor araştırma görevlisi arasındaki en önemli farkın, ders verme konusunda düğümlendiği burada not edilmelidir. Darbe girişimi sonrası KHK’lerle ihraç edilen öğretim elemanlarının boşluğunun bu şekilde doldurulmak istendiği ifade edilse de, bugün üniversitelerde doktor araştırma görevlisi olarak çalışanların, artık yardımcı doçent olarak atanmasının bir gereğinin kalıp kalmadığı yükseköğrenim kurumları yöneticileri açısından bir soru işareti oluşturmaktadır.

Bunlara ek olarak, 23.01.2017 tarih ve 683 sayılı KHK’nin 4. maddesinde yer alan “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olması ya da değerlendirilmesi sebebiyle görevden uzaklaştırılan veya haklarında adli soruşturma ya da kovuşturma yapılan doçent adaylarının” doçentlik başvurularının durdurulması ve kamu görevinden çıkarılan veya hakkında mahkumiyet kararı verilenlerin doçentlik başvurularının iptal edilmesi hükmü hatırlanmalıdır. Bu son hatırlatma ile ortaya çıkan tablo, var olan hiyerarşinin derinleştirilmesini; lisansüstü eğitimin tamamlanmasının, yardımcı doçentlik ve doçentliklerin sıkı bir denetim içine alınmasını; üniversitede ifadesini bulacak siyasi görüşlerde daralmayı işaret etmektedir. Bu ayrıca, akademik hiyerarşinin alt basamaklarındakilerin yükseköğrenim kurumları yöneticilerine güven vermemesi şeklinde de okunabilir.

İslam ülkeleri arasında yeni bir yüksek öğretim alanının oluşturulması ve buna yönelik işbirliği yapılması amacıyla 26 Temmuz tarihinde toplanan “İslam Ülkeleri Rektörleri Forumu”nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sarf ettiği “Ülkemdeki rektörlerimizden de ricam var. YÖK Başkanımız ile de bunu konuşuyorum. Allah aşkına şu yardımcı doçentlik olayı nedir? Şunu bir gözden geçirin. Yardımcı doçentlikle ön kesiyoruz. Dünyanın kaç yerinde acaba yardımcı doçentlik var? Ben araştırdığım yerlerde doğrusu böyle bir mekanizma pek görmüyorum. Bunu birileri birilerini oyalamak için yapmışlar” cümleleri ancak bu arka planla beraber değerlendirilirse anlaşılabilir. Kamuoyu tarafından daha çok yardımcı doçentlik kadrosunun kaldırılacağı şeklinde algılanan bu söylem, madalyonun sadece bir yüzüdür. Asıl talebin, akademik yükseltmeyle ilgili olduğu özellikle son cümle sayesinde gün yüzüne çıkmaktadır. Nitekim bu beyanın hemen ertesi günü yardımcı doçentliğe odaklanan bir çalışma grubunun kurulduğu ve 12 Ekim’de çalışmaların tamamlandığı YÖK Başkanı tarafından açıklanmış olsa da; son haftalarda akademinin gündeminde bu değil, doçentlik sistemi bulunmaktadır. Velhasıl, ajandadaki asıl meselenin Üniversitelerarası Kurul’un yetkilerinin azaltılarak, üniversitelerin ön-plana çıkarılması ve doçentliğin belki de akademik bir unvan olmaktan çıkarılarak bir idari kadro hüviyetine sokulması olduğu görülmektedir. Böylece üniversitelerin zapturapt altına alınması tamamlanmış olacaktır.

Başa dönecek olursak, toplumumuz gibi üniversitelerin de bir karabasanda olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Karabasan (uyku felci), genelde beynin uyanık olmasına rağmen, vücudu geçici olarak hareket ettirememe hali olarak tanımlanıyor. Doğal olarak uyanıklıkla uyku arasında birkaç saniye ile birkaç dakika arasında görülen bu durumu, insanlar çoğu zaman uyku ve sanrıyla karıştırıyor. Bu andaki ruh durumunu anlatan en iyi kelimelerse korku ve panik. Ama unutmayalım ki karabasanların çoğu, uyanmadan tam önceki aşamada görülür.

1 10.11.2016 tarih ve 6758 sayılı Kanunun 44. maddesi vasıtasıyla yasalaştı.
2 2547 sayılı Kanunun 33. maddesinin birinci fıkrasında, araştırma görevlilerinin “yükseköğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca verilen ilgili diğer görevleri yapan öğretim yardımcıları” olarak tanımlamış olması Danıştay içtihatlarının temel gerekçesiydi. Nitekim bu yüzden “Çalışma Esasları” başlığını taşıyan Kanunun 36. maddesinin asgari ders verme yükümlülüğü ile ilgili 3. fıkrası, öğretim üyeleri, öğretim görevlileri ve okutmanları zikreder; ancak araştırma görevlileri ile ilgili bir düzenlemede bulunmaz.