Hitler’in iktidara gelmesinden hemen sonra, neredeyse Almanya’daki bütün profesör ve üniversite yöneticileri, „Alman Üniversiteleri ve Yüksek Okulları Profesörlerinin Adolf Hitler’e bağlılık bildirisi„ adıyla bir bildiri yayınladı. 11 Kasım 1933 tarihli bildiriyi imzalayanlar, “nasyonal sosyalist devrimi” coşkuyla karşılıyordu.

Bildiride Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’nın bütün dünyaya birlik ve beraberlik içinde olduğunun gösterildiği, artık “halk bilimine geçiş yapıldığı” bildiriliyor, Hitler’in bilim politikasının Almanların özgürlüğünü, barış, şeref ve hukukunu yeniden tesis ettiği vurgulanıyordu.

universiteyi-hizaya-getirmek-105164-1.

Faşizmin ve Hitler’in alkışlandığı bildiriyi profesörlerin hemen hepsi imzalamıştı ama bilim dünyası bununla yetinmedi. Bildiriye istisnasız bütün üniversite ve fakülteler imza koydu. Zaten daha Hitler iktidara yürürken faşist öğretmenler, profesörler, bilim insanları, üniversite öğrencileri ayrı ayrı birlik oluşturmuş ya da var olan birlikleri ele geçirmişti. Akademi, Hitler ideolojisini yaymak için gönüllü organ haine gelmişti.

Hitler’in 30 Ocak 1933 tarihinde iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra, özerk olan üniversiteler zaten hükümete bağlanmıştı ve rektörler Hitler’in emriyle bakanlık tarafından atanıyordu. Hukuki düzenleme daha sonra geldi. Hitler, 21 Ocak 1935’te üniversite yasasını çıkardı. Bu yasa, rektörlere Yahudileri, komünistleri, sosyal demokratları memurluktan ve üniversiteden atma yetkisi veriyordu. Daha önce çıkarılan memurlar yasası da aslında bunları gerçekleştirmeye geniş oranda yetki veriyordu. Zaten yasa çıkmadan daha bazı üniversiteler Yahudi ve solcu memurlarla hocaları çeşitli bahanelerle üniversiteden atıyordu. Daha sonra istisna bırakmamak üzere Yahudi, komünist ve sosyal demokratlar işten atıldı. Bu durum aslında bütün kamu işlerinde uygulanan bir kuraldı.

Kadınların yarısı atıldı

Ardından rektörleri “Hitler’in Üniversitedeki gölgesi” konumuna getiren başka bir yasa geldi. 3 Nisan 1935’te çıkartılan bu yasa, rektörlere çok geniş yetkiler veriyordu. Bütün üniversitelerde rektörlerin Üniversite Führer’i yani „Führer der Hochschule" olduğu ilan edildi. Nasıl Führer Hitler, ülkeyi baştan aşağı yeniden biçimlendiriyorsa, rektör de üniversiteyi öyle biçimlendirecekti. Yani faşist hocalar, faşist öğrencilerden oluşan üniversiteye Führer’i temsilen atanan rektör her şeye muktedir ve her şeyden sorumlu kılındı.

Bu yasa rektörlerin ilerlemesine ve elini korkak alıştırmamasına da yaradı. Örneğin Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Walther Wüst, Üniversitede Hitler karşıtı bildiri dağıtan öğrencileri ve onları koruyan hocayı, hademelerin yardımıyla yakalayıp, sorgulayıp kendi elleriyle giyotine gönderdi.( „Beyaz Gül“ adlı grubu ve Scholl kardeşleri hatırlarsınız. Onları yakalayıp giyotine gönderen adamdır kendisi.)

Rektörler, bulunduğu kentlerde faşist bütün yapılanmalarda, emir komuta zinciri içinde görev almak durumundaydı da.

Faşizm iktidarında Alman üniversitelerinden 901 profesörün işine son verildi. İşsiz kalan hocalardan 38’i daha sonra faşist rejim tarafından öldürüldü. Üniversiteden atılan 36 hoca dayanamayarak intihar etti. Diğer hocaların üçte ikisi ABD’ye gitti ve orada bilimsel çalışmaya devam etti. İngiltere’ye ve Türkiye’ye de giden hocalar da oldu. Türkiye’de bilime ve üniversiteye nasıl, ne kadar önemli katkıları olduğu biliniyor. Üniversitelerden kadın profesörlerin yarısı atıldı. Erkeklerde bu oran daha düşün bir oranda kaldı. Ancak yurtdışına gidip iş bulan profesörlerin hemen hepsi erkeklerden oluşuyordu. Kadınların o günün koşullarında dünyanın her yerinde profesör olarak iş bulmaları imkânsız görünüyordu.

Yahudi hocaların atılmasına kimse karşı çıkmadı

Çok az hoca Nazilere karşı çıktı. Zaten karşı çıkacak durumda olanlar üniversiteden atılmıştı. Faşistlerin uygulamalarına karşı çıkan ender isimlerden biri Nobelli fizikçi James Franck’tı. Frank, 17 Nisan 1933’te Göttingen Üniversitesi’nden istifa etti ve meslektaşlarını “olup biten karşısında düşünmeye” davet etti. Meslektaşları da düşünmüş olacaklar ki, 5 gün sonra 42 Profesör “Franck’ın bu kararla Nazi rejimine sabotaj düzenlediğine” dair bildiri yayınladı.

Yahudi olduğu için üniversitedeki yönetici görevinden alınan hocaların yerini hemen diğerleri doldurdu. Koskocaman Almanya’da buna sadece bir tek kişi karşı çıktı: Farmakolog Prof.Dr. Otto Krayer. Dr. Krayer, Yahudi Philipp Ellinger’in yerine Düsseldorf Tıp Akademisi Başkanı olarak atandığında, “Hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınan bir meslektaşımın yerine atanmayı kabul edemem. Sadece Yahudi olduğu için hocaların görevden alınmasını kabul edemem” dedi. Bunu yazılı olarak da bakanlığa bildirdi. Naziler Krayer’i meslekten attı. Ama hiç beklenmeyecek isimler faşistlerin açtığı yoldan ilerledi. Örneğin filozof Martin Heidegger, istifa etmek zorunda bırakılan sosyal demokrat Freiburg Üniversitesi rektörü Wilhelm von Möllendorff’un yerini almakta hiç tereddüt etmedi. Hoş Heidegger NSDAP üyesiydi de.

Faşistlerin bilim politikası ya da üniversite politikası da “anti entelektüel” ve savaş yandaşıydı. Bilimi ve entelektüel çabayı aşağılayan faşistler “amaca uygun” bilim üretilmesini istiyordu. Faşist devletin bilim konseptinin 3 maddesi şöyleydi:

1.Bilimin kendisi bir amaç değildir. Bilimin somut, yararlı bir hedefi olmalı.

2.Irk kavramı bilimin ve araştırmanın merkezi kavramıdır.

3.Uluslararası bilim dünyasının reddi

Faşist öğrenciler kitap yakma şenliği

Faşizmin öğrenciler de gönüllü destekçiydi. Faşistler tarafından kurulan Nasyonal Sosyalist Alman Öğrenci Birliği (NSDSTB) 1928 yılından itibaren bütün öğrenci derneklerini, öğrenci birliklerini ele geçirdi. Bütün üniversitelerde zaten faşist öğrencilerin dedikleri olmaya başladı.

Kısa sürede faşistler dışında zaten üniversitelerde öğrenci de kalmadı. Zaten 25 Nisan 1933’te Yahudi öğrencilerin üniversiteye alınmasını yasaklayan „Öğrenci kapasitesi dolu olan üniversitelerin düzenlenmesi“ yasası çıktı.

Faşist öğrencilerin en önemli gövde gösterisi 10 Mayıs 1933 tarihinde oldu. O gece faşist öğrenciler 21 üniversitede meydanlarda törenle Yahudi, komünist, sosyal demokrat ve yabancı yazarın on binlerce kitabını ateşe verdi. Öğrencilere profesörler ve yerel NS örgütleri de yardımcı oldu. O gece kitapları yakılan yazarlardan Heinrich Heine 1821 yılında “Kitapların yakıldığı yerde, sonunda insanlar da yakılır” diye yazmıştı. Evet, kısa süre sonra faşistler insanları ve bütün dünyayı yakmaya başladı.