KADİR İNCESU Sevdalı Nehir ve Sözcük Tatlısı adlı şiir ve üç aforizma kitabının yanı sıra hazırladığı antolojileriyle tanınan Günel Altıntaş bu kez ‘kişisel yayını, anılarını anlattığı Dedikodu Kitabı ile çıktı edebiyat severlerin karşısına. Altıntaş ile anıları üzerine konuştuk. • Yazarlarımızın anı yazmaya pek sıcak baktığı söylenemez. Anılarınızı neden yazma gereği duydunuz? Az da olsa, anı […]

Ünlü biri değilseniz kitabınız basılmıyor

KADİR İNCESU

Sevdalı Nehir ve Sözcük Tatlısı adlı şiir ve üç aforizma kitabının yanı sıra hazırladığı antolojileriyle tanınan Günel Altıntaş bu kez ‘kişisel yayını, anılarını anlattığı Dedikodu Kitabı ile çıktı edebiyat severlerin karşısına. Altıntaş ile anıları üzerine konuştuk.

• Yazarlarımızın anı yazmaya pek sıcak baktığı söylenemez. Anılarınızı neden yazma gereği duydunuz?

Az da olsa, anı kitabı yazmış yazarlarımız var. Sorun ‘sıcak bakıp bakmamak’ değil, sanıyorum. Adam romancıysa, elinde bitmemiş romanı vardır, onu bitirmeye çalışıyordur. Daha yaşayacağı, bir gün anılarını yazmaya da sıranın geleceği umudundadır; ama sıra gelmemiştir işte. Bir de, bir romancı pek çok roman yazabilir ama, anı kitabı yazsa yazsa bir, bilemedin iki tane yazabilir; çünkü malzeme o kadardır.

Benim, anılarımı yazma nedenim onlara önem verişimdir. Bu anılarla (Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ruhi Su, Cemal Süreya, Behçet Necatigil, Memet Fuat, Ahmet Arif, Duran Karaca, Muzaffer Buyrukçu, Vedat Günyol, Demir Özlü, İsmet Zeki Eyüboğlu, Fahir Onger, Prof. Cavit Orhan Tütengil, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi) pek çok ünlü ve önemli kişinin ileride yazılacak biyografileri için malzeme sunuyorum. Onların kişilik özellikleri hakkında ipuçları veriyorum. Demir Özlü’ye teşekkür borcumu ödüyorum. Unutulmasın ki, anı kitapları tarih kitaplarının kaynaklarındandır.

Kapak resminin Yücel Dönmez’e ait olduğu anı kitabıma Dedikodu Kitabı adını koydum. Fıkra tadında bir kitap. Anılar hiçbir sıraya göre yazılmadı; ama kitaplaştırırken abecesel sıraya koydum. Kitap dağıtıma verilemedi. Benim adıma 16026644 numaralı posta çeki hesabına 25 lira yatırarak 0532 482 27 34 numaralı telefondan istenebilir.

• Kitabınızda anılarınızın yanı sıra arkadaşlarınızın anıları da var.

Onlar da benim anım olmuştur sonuçta. Birisi bana başından geçen ya da tanık olduğu bir olayı anlattıysa, o olay, dinleyen olarak girmiştir benim yaşamıma.

• Erzurum’da çalıştığınız dönemde şiir yarışması da düzenlemişsiniz. Ödüllere bakışınız nasıl?

1964-65 yıllarında Erzurum’da Basın İlân Kurumu müdürüydüm. Bir şiir yazma yarışması düzenleniyormuş. “Jüri üyesi olur musun?” diye sordular. Ben de “Ölçütleri ben koyacağım. Herkes bu ölçütlere göre, not verecek. Kabul ederseniz olurum” dedim. Kabul ettiler. Sonuçta, kalabalığın çok alkışladığı genç değil de, Mehmet Taner birinci oldu. Kendisiyle tanıştıktan sonra, Mehmet Taner bana “Zaten jüride sen olduğun için ben o yarışmaya katılmıştım” dedi.

Ödüllere gelince: İyi bir şeydir. Genç bir şair ya da yazara veriliyorsa, verileni yüreklendirebilir, sanatını daha ciddiye almasına, daha çok çalışmasına, daha verimli olmasına yol açabilir. Adının duyulmasını, okunur olmasını sağlayabilir. Tersi de olabilir. Yapabileceğini yaptığı, varabileceği yere vardığı duygusu, bir doymuşluk duygusu yaratarak, sanatını boşlamasına, işin kolayına kaçmasına da yol açabilir. Yaşlı bir şair ya da yazara veriliyorsa, ödül ‘hizmetlerinden dolayı teşekkür’ olarak yorumlanabilir.

Ödüller gerçekten sanatçıyı yüreklendirme, destekleme amacıyla mı veriliyor? Emin değilim. Çünkü ödüller dolayısıyla ödülü veren kurum, kuruluş ya da kişinin adı ortalıkta sıkça dolaşıyor ve reklamı yapılmış oluyor.

Ülkemizde ödüllerin hakça dağıtılmadığı duygusu yaygın. Bunu önlemek için, yarışmanın ölçütleri önceden belirlenip açıklanmalı, şair ve yazarlar da kendi yapıtlarını önce bu ölçütlere göre değerlendirmeli, vardığı sonuç olumluysa, yarışmaya katılmalıdır. Yoksa tombala oynar gibi, “Ya çıkarsa!” diye katılınan bir yarışmada ödülü kazansanız bile, o, ödül değil, ikramiye olur. Yarışmanın sonunda da seçici kurulun kime kaç oy verdiği mutlaka açıklanmalıdır.

• Yazın dünyasına şiirle adım attınız. Şiir yazmanız için bir şeyi ‘sorun’ olarak mı görmeniz gerekir?

Benim için, evet. Gece uykumdan uyandırır beni bazı olaylar. Kalkar, yazarım. Her şair için böyle değil tabii. Şu konuda yaz dendiğinde yazacak çok şair var.

• 50 yıllık yayıncılık geçmişiniz de var. O günlerden bugünlere yayıncılığımızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önceleri edebiyatçıların kitaplarını bastım: Mehmet Kemal, Demir Özlü, Orhan Duru, Siegfried Lenz. Tutmadı. Gördüğüm kadarıyla, ünlü birisi değilseniz, kitabınızı hiçbir yayınevi basmıyor. Kendilerince haklılar da. Sonuçta, yaptıkları işin ticari bir yanı var. Ancak, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Maliye Bakanlığı anlaşarak yazarlara vergi muafiyeti gibi bazı olanaklar sağlayabilirler. (Gerçi Gelir Vergisi Kanunun 18’nci maddesine göre böyle bir muafiyet var; ama başka maddelerle engellenmiş durumda.)

• Kitapçılarda görme ihtimalimiz olmayan diğer kitaplarınızdan da söz eder misiniz?

Şair olarak Sevdalı Nehir ve Sözcük Tatlısı adlı kitaplarımı çok önemsiyorum. Bir de aforizma kitaplarım var: Değinmeler, Fındık Kıran Sözler ve Mürekkep Lekesi Namus Lekesinden Beter. Bunların dışında önem verdiğim birkaç kitabım daha var. Bunlardan birisi Nasıl Yazılır Nasıl Yazılmaz adlı yazım kılavuzum. Bildiğiniz gibi, yazım kılavuzları sözcüklerin doğrularını yazar yalnızca. Ben yanlışları da üstlerini çizerek yazdım ve altlarında doğrularını gösterdim. Yanlışları doğruyu bulma aracı olarak kullandım yani. Başka yenilikler de yaptım. Önem verdiğim kitaplarımdan birisi, Türkçe Namaz Böyle Kılınır’dır.

Namazı Türkçe kılmak isteyene rehber olacak bir kitap yoktu. Ben bir ‘Din Hocası’ kitabındaki duaların Türkçelerini bularak öyle bir rehber kitap yaptım.
Bir de Unutulmaz Şiirler Antolojisi’ni anmalıyım. Dünya şiiri antolojisi yaparlar, içinde Türk şiiri olmaz; Türk şiiri antolojisi yaparlar içinde halk ve divan şiiri olmaz. Bunun yanlış olduğunu düşündüm ve çeviri şiirlerle birlikte hem halk, hem divan, hem modern Türk şiirini bir arada bastım.