İnsan zihninin belki de en oyuncu yanlarından biri bellekten davetsiz gelen bir anının, şu anı silercesine canlı ve aldatıcı bir şekilde belirmesidir.

Unutmak ve hatırlamak üzerine

NESLİ ZAĞLI

“Anı olacak bir şeyim yok

Her şeyin dünündeyim”
Birhan Keskin

İnsan zihninin, çok araştırılmasına karşın en büyük gizemlerinden biridir bellek. Nasıl hatırladığımıza ve nasıl unuttuğumuza dair mekanizmalar bilişsel kuramların göz bebeğidir ve belki de en elzem olarak algılanan bilişsel işlevdir. İnsanı insan yapan öğrenme, karar verme, problem çözme gibi birçok işlevin yanında neden bu kadar merkezi bir konu olarak ortaya çıktığı da bellidir: İnsan unuttukları ve hatırladıklarıyla insan olur. Bellek, bireysel ve toplumsal tarihin kara kutusudur. Ancak belleğin kutudan dökülüp saçılması için acil durum sinyaline ihtiyaç yoktur. İnsan belleği bazen tam da şu anda bir imaj, bir koku, bir kelime ile canlanır ve zincirleme bir şekilde geçmişin izlerini bugüne taşır. Bazen canlanan anılar, anıların kendisinden daha parlak ve daha canlı bile olabilir. Çünkü insan bir anıyı her çağırdığında onu yeniden oluşturur, yapılandırır ve sağlamlaştırarak belleğine yeniden konumlandırır. Belleğin bir yeniden yapılandırma süreci olduğu bilgisi ve dinamik yapısı son 20-30 yılda derinlemesine araştırılmakta. Bellek homojen ve tek tip bir işlevsellikle çalışmıyor. Kısa ve uzun süreli bellek, açık ve örtük bellek, prosedürel ve deklaratif bellek gibi bellek yaklaşımları tanımlanıp araştırılıyor. Tüm bu süreçlerden bizim çıkarımımız unutmanın da hatırlamanın da alengirli olduğu kadar kendine has dinamikleri olan bilişsel süreçler olduğu.

Unutmanın da hatırlamanın da bedelleri var. Kimi zaman yaşadığımız travmatik deneyimleri unutabilmek için pek çok şeyi feda edebilecek gibi hissederiz. Aklımızdan bir an çıkmayan, biz etrafında gezindikçe daha da ayrıntılanan ve hacimlenen anılardan kurtulabilmenin bir yolu var mıdır? Hafıza sildirici bir makine, içecek veya düzenek var mı? Gerçek hayatta bu mümkün olmasa da, Eternal Sunshine Of The Spotless Mind filmi, Latife Tekin’in Unutma Bahçesi ya da Nermin Yıldırım’ın Unutma Dersleri gibi yapıtlarda fantezi konusu olduğu kesin. Bir de son dönemde popülerleşerek yaygın bir kullanım bulan EMDR terapisi gibi yöntemlerden bir “hafızayı sildirme” lüksü sunmaları beklenmekte. Ancak maalesef EMDR’nin hafıza silme, bilinçaltı temizleme veya kara kutuyu boşaltma gibi işlevleri yok. İşin aslı, en olumsuz deneyimlerin izlerinin silinmesi bile sanıldığı kadar olumlu bir şey değil. Zorlayıcı anılardan muzdarip insanlar, geçmişten arınmayı bir iyileşme yolu olarak görseler de asıl iyileşme bireyin olumlu veya olumsuz tüm anıları sağlıklı bir kendilik zemininde öğütüp harmanlamasıdır. Bizi biz yapan bazen de en yakıcı anıların rehberliğinde yıkıcı deneyimlerden uzak kalabilmektir.

İnsan hatırlar. Kokular, renkler, sesler, dokular, çığlıklar, kırık vazolar, eski ayakkabılar, kanayan parmaklar, kirlenen mendiller, ütülü yakalar, karışık kasetler, kadife kırlentler, tırtıklı meyve bıçakları, şişmiş gözler, erimiş karlar, upuzun bir karanlık, uçuklamış dudaklar, soğuktan çatlamış yaşlı eller, kireçten buğulanmış sürahiler, kapı gıcırtısı, yürek çarpıntısı, bir göz odada aydınlık, doğum, hastalık ve ölüm. İşte insan bunları beller ve sahipsiz bir anda tekrar canlanışlarına ev sahipliği yapar. Bazen burnunuza gelen bir koku ile geçmişin bir anı adasına demirlersiniz. Duygusu yoğun ve etkisi kaçınılmazdır. İnsan zihninin belki de en oyuncu yanlarından biri bellekten davetsiz gelen bir anının, şu anı silercesine canlı ve aldatıcı bir şekilde belirmesidir. Hatırlamak sancılıdır. Bellekten bile isteye çağırdığınız bir anıyla birlikte nelerin istenmedik bir şekilde canlanacağını bilemezsiniz. Zihin çoğu zaman anıları dosyalarken tarih, konu ve anlam değil, duygudaşlık gözetir. Örneğin depresyondaki bir kişi, canı sıkıcı bir anıyı anımsadığında, geçmişin tüm olumsuzlukları da peşi sıra gelecektir. Bellek kendi kurallarınıza ve doğrularınıza göre düzenleyebileceğiniz alalede bir çekmece değildir.

Unutmak da hatırlamak kadar zahmetli ve yorucu olabilir. Bir madde veya alkol etkisinde, nörolojik bir hastalık nedeniyle veya bir travma sonucu da olsa da anıların zihinden göçüp gitmesi sarsıcıdır. Bazı demans hastalarında uzak geçmişle ilgili anıların korunmasına karşın, yakın dönemli belleğin gitgide kaybedildiğine şahit oluruz. Sırf bu nedenle de bu kişiler bize artık eskisi gibi gelmezler, onlarda artık bambaşka bir kendilik var gibi hissederiz. Satranç oyununda önceki hamlelerini hatırlayamayan bir oyuncu gibi, deneyimlerini unutan bir kişi de asla geleceğe yön veremez.

Unutmanın da hatırlamanın da bedelleri vardır. İçinde yaşadığımız çağda insanların hayatla ilgili hemen her tercihleri bedel ödemedikleri ve kendilerini olumsuz duygulardan uzak tutanlardan yana oluyor. En güzel ve umutlu anıları canlı canlı hatırlamak ve travmatik ve olumsuz anıları en uzak noktaya gömmek istiyoruz. Hâlbuki zihnin canlılığı böylesine keyfe keder bir statikliğe izin vermez. Aynı canlılıktır ki tüm hayatımızı sürdürdüğümüz bilişsel işlevleri de canlı kılar. Bu anlamda zihnin dinamizmine ve belleğin geçişlerine olanak vermek gerekir. Örneğin bir olayla ilgili belleğimizde kayıtlı bir anının ne kadar gerçekçi olduğunu asla bilemeyiz. “Fotoğrafı gözümün önündeymiş gibi” diye hatırladıklarımız bazen de zihnimiz tarafından olay sonrası hatırlayarak işlemlediklerimizin ilavesiyle depolanmış olabilir. Bu durum onları daha az gerçek yapmaz belki ama şartsız koşulsuz güvenmemek de gerekir.

Şimdiye kadar belleğin dinamik yapısını, hatırlamanın ve unutmanın bedellerini ve kişilerin bireysel tarihlerinin olumlu ve olumsuz anılarla var olabileceğini anlatmaya çalıştım. Bireysel bellek kadar, toplumsal belleğimiz de bu özellikleri taşır. Örneğin bizim memleketin son yüz yıllık tarihine dair belleği hatırlandıkça kaygı ve utanç yaratan suikast, katliam, ihtilal, darbe ve yıkımlarla doludur. Aynı bireysel bellekte olduğu gibi sağlıklı toplumsal refleksler gelişebilmesi için yıkıcı veya yapıcı her türlü toplumsal anının farkındalık düzeyinde tutulması gerekir. Oysa yerel veya global politik unsurlar bu yıkıcı anıları yok sayma, inkâr etme ve anımsatıcıları cezalandırmaya yatkındır. Bunun tersi olduğunda, yani güç sahipleri toplumsal felaketlerin yasının tutulmasına ve utancın müzeleştirilerek nesiller boyu aktarımına olanak verdiklerinde toplumsal kendilik ve bütünlük mümkün olmaktadır.

Bireysel veya toplumsal olsun, belleğimizi diri tutabilmek adına yıldönümlerine, doğumgünlerine, anmalara yöneliyoruz. Bilinç düzeyinde belleği ne kadar canlı tutmaya çalışsak da bastırdığımız, zihnimizin labirentlerinde gizli kalan anılarımız var. Zihnin travmatik durumlarda anıyı kuytuya gizlemesi de travmatik olay sonrası tüm duyuları zapt edercesine bilince akın etmesi de tesadüf değil. Beynin işine bu anlamda karışmamak lazım, aslında biz istesek de istemesek de o bildiğini okuyor. Belleği güçlendirmek, belleği formatlamak, belleği silmek veya belleği yeniden yüklemek tüm iyimser girişimlere ve konuyla ilgili yoğun fantezilere karşın hâlâ çok da mümkün görünmüyor. Unutmak ve hatırlamak zihnin kendi olağan devinimleri içinde rastlaşacağımız bilişsel süreçler olarak ele alınmalı. Bireysel bellek de, toplumsal bellek de tüm iç hesaplaşmaların bittiği, işlenip yeniden konumlandırıldığı ölçüde benliğe dahil edilecektir.