Ne çok can ne çok sanatçı yitirmişiz ocak ayında. Emin Karaca’yı da yitirdik. Nâzım Hikmet’i konu alan değerli kitaplara imza attı. Ustasına duyduğu sevgiyi kitaplara sığdıramayan Karaca, Nâzım’a hiç ihanet etmedi.

Unutmamak için


“Şimdi sessiz duruyoruz / Kıyısında bir düşüncenin, / Unutmamak için.
/ Çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz”

Sevgili Onat Kutlar’ı, 11 Ocak’ta, onu yitirişimizin 22. yıldönümünde andık. Aşiyan’a gidemesek de sanal ortamda buluştuk Onat dostları ile. Ölüm yıldönümlerini, unutuşa karşı etkili bir aşı olarak değerlendirebiliriz; her yıl tekrarlanması gereken bir aşı. Keşke, yerel yönetimlerimiz onların anısını yaşatacak anıtlar, heykeller, parklarla donatsalar kentlerimizi. Üç büyük kentimizin başkanları bu konuda iyi örnek oluşturuyor. Diğer kentlerimizi yönetenlerin de hemşerilerine sahip çıkmaları dileğimizi bir kez daha yineleyelim burada.

Ne çok can, ne çok sanatçı yitirmişiz ocak ayında… Eflatun Cem Güney’den Oktay Arayıcı’ya, Cemal Süreya’dan Enver Ercan’a, Halide Edip Adıvar’dan Ahmed Hamdi Tanpınar’a, Neyzen Tevfik’den Özdemr Asaf’a pek çok yazar; Münir Özkul’dan Lale Oraloğlu’na, Bedia Muvahhit’ten Ayşen Gruda’ya, Engin Cezzar’dan Yılmaz Onay’a pek çok tiyatrocu; çağdaş dansımızın öncü koreografı Duygu Aykal; Ahmed Adnan Saygun’dan Yesari Asım Ersoy’a, Erol Pekcan’dan Onno Tunç’a, Safiye Ayla’dan Kazancı Bedih’e sayısız müzik insanı; görsel sanatlardan Nurullah Berk, Ömer Uluç, Özer Kabaş, Burhan Doğançay, Saim Bugay; karikatür sanatımızın unutulmaz isimleri Ramiz Gökçe, Şadi Dinççağ, Ali Ulvi Ersoy… Ve, tıpkı Onat gibi tek bir alana sığdırılamayacak ustalar: Sabahattin Eyüboğlu, Şakir Eczacıbaşı, Baha Gelenbevi, Aydın Boysan, Rahşan Ecevit, İsmail Cem, Uğur Mumcu, Hrant Dink…

Hepsini, saygıyla selamlıyorum… (Tarihleri anımsamak için, Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın Kültür Ajandası’na başvurmanızı öneririm).

Doğum günleri de, sanatçılarımızı anmak için bir başka neden… Bu hafta içinde, üç usta sanatçımızı doğum günlerinde andık. (90. yıldönümünde) yazar Leyla Erbil’i, (100. yıldönümünde) Necati Cumalı’yı ve (119. yıldönümünde) Nâzım Hikmet’i…

İyi ki yazdın Emin Karaca

2022 yılı Kültür Ajandasında, yukarıda saydığım ölüm yıldönümlerine yenileri eklenecek ne yazık ki… Evet, her yıl yeni isimlerin eklenmesi doğanın kanunu, ama Koronavirüs illetinin kayıpları normalin üstünde sayılara ulaştıracağı anlaşılıyor. Dün, değerli besteci ve eğitimci Muammer Sun’u yitirdik. 12 Ocak’ta da, bir başka dostumu... Değerli gazeteci-yazar Emin Karaca’yı… Araştırmacı yazar kimliğinin ürünü olan otuzu aşkın kitabı var Karaca’nın. Hepsini sıralamayacağım, sevgili Nâzım Alpman çoğundan söz etti, o güzel, duygusal yazısında. Ben, Nâzım Hikmet’i konu alan kitaplarına değinmekle yetineceğim.

Ustasına duyduğu sevgiyi kitaplara sığdıramayan Karaca, “Nâzım Hikmet Şiirinde Gizli Tarih” kitabında, araştırmacı titizliği ile onun şiirlerinde anlattığı kişileri deşifre etmeyi başardı. “Memleketimden İnsan Manzaraları”ndaki mahkûmlardan ‘kelepçeli Halil’in Nâzım Hikmet’in hem kendisi, hem de Hikmet Kıvılcımlı, ‘kelepçeli Süleyman’ın Kemal Tahir; “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”de (Sovyetler Birliği’nde “Romantika” adıyla yayınlandı), Ahmet ve İsmail kişiliklerinin Nâzım’ın kendisi, Hasan’ın TKP merkez komite üyelerinden Sarı Mustafa (Börklüce) olduğunu yazdı.

“Benerci Kendini Niçin Öldürdü?”de, Benerci’nin Nâzım’ın kendisi, Somadeva’nın Hasan Ali Ediz, Roy Dranat’ın Şevket Süreyya Aydemir; Nâzım’ın beş bölümünü yazıp, bitiremediği ve ‘Donanma Davası’nda birlikte yargılandığı dostlarını anlattığı “Orası” adlı romanındaki ressam Halim’in Nâzım Hikmet, saatçi çırağı Kerim’in (Laz İsmail değil) Kerim Korcan, ‘Mehmet oğlu Mehmet’in Bastoncu Fevzi (Güçiz), mimar Ali’nin Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Cemal Mahir’in ise Kemal Tahir olduğunu saptadı. Bu savlarının aksi iddia edilmedi, bugüne dek… Emin Karaca, Nâzım’ın siyasal serüveni ile şiirinin bütünselliğini “Sevdalınız Komünisttir”de, sevdalandığı kadınlarla ilişkisini “Nâzım Hikmet’in Aşkları”nda anlattı.

İki dürüst adam
Ankara Kara Harp Okulu davasından 15 yıla, arkasından Donanma Davası’ndan 20 yıla mahkûm edilip, toplam 28 yıl 4 ay hapis yatacak olan Nâzım Hikmet, 1939 yılının Şubat’ında Sultanahmet Cezaevi’nde şu satırları yazmıştı:

“İstanbul’da Tevkifhane avlusunda / güneşli bir kış günü, yağmurdan sonra, / bulutlar, kırmızı kiremitler, duvarlar ve benim yüzüm / yerde su birikintilerinde kımıldanırken, / ben, nefsimin ne kadar cesur, ne kadar zayıf, / ne kadar alçak, / ne kadar kuvvetli, ne kadar zayıf şeyi varsa/ hepsini taşıyarak: / dünyayı, memleketimi ve seni düşündüm…”

Emin Karaca, Nâzım’ın bu dürüstlüğüne hiç ihanet etmedi. Nâzım’ın ideolojisinden soyutlanarak salt bir şair olarak yüceltilmesine nasıl karşı çıktıysa, onun zaaflarını, zaman içindeki değişimlerini (bazılarının yaptığı gibi) örtmeye de çalışmadı; TKP’den atılışını, sonradan Parti tarafından kabullenilişini belgeleriyle, Nâzım’ın ruhunda yarattığı fırtınaları es geçmeden anlattı. Nâzım’ın dürüstlüğüne yakışan bir tavırla…

“Dünyayı telaşsız, rahat / seyredebiliyorum artık. / Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği / elimi sıkarken sapladığı bıçak” diyordu Nâzım; Prag’da 21 Temmuz 1957 tarihinde yazdığı “Son Otobüs” şiirinde, TKP yöneticisi İsmail Bilen’e tepkisini dile getirirken… Aynı yıl, “Ivan Ivanoviç Var mıydı, Yok muydu?” adlı oyununun, Moskova’daki ilk gösteriminden sonra gerekçe gösterilmeden kaldırıldığını biliyoruz.

Emin Karaca, “Mistik, romantik, ağır mahkûm ve göçmen şair Nâzım Hikmet” adlı kitabında, Nâzım’n hapishanede yetiştirdiği Kemal Tahir, Orhan Kemal, İbrahim Balaban gibi sanatçılarla dostluğunu, gençlik yıllarındaki edebi kavgalarını, “Putları Kırıyoruz” kampanyasında Abdülhak Hamid’i kıyasıya eleştirdiği için sonradan pişman olup, “O zaman sekterdik” dediğini yazar.

Nâzım’ın Köstence limanında ve Moskova havaalanında övücü sözler söylediği Stalin için 1961 yılında yazdığı şiire de yer verir: “Taştan, tunçtan alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik / şehrin bütün meydanlarında / parklarda ağaçlarımızın üstündeydi taştan tunçtan alçıdan / ve kâattan gölgesi / taştan tunçtan alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda / içindeydi çorbamızın / odalarımızda taştan tunçtan alçıdan ve kâattan gözleri / önündeydik / yok oldu bir sabah / yok oldu çizmesi meydanlardan / gölgesi ağaçlarımızın üstünden / çorbamızdan bıyığı / odalarımızdan gözleri / ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce ton taşın / tuncun alçının ve kâadın.”

Nâzım, yaşamı boyunca Marksizm’e inandı; “Sevdalınız Komünisttir” diye seslendi ülkesindeki rejimle barışmasını isteyen dostlarına, ama reel sosyalizmi yaşadıkça, idealindeki komünizmden ne kadar farklı olduğunu gördü. Şiirlerinde kendine, yaşadıklarına ihanet etmedi. Aşklarında nasıl samimiyse, politik görüşlerini de aynı dürüstlükle paylaştı eserlerinde. Ne kendine ihanet etti, ne de başkalarına. Büyük bir ozan nasıl yaşarsa, öyle yaşadı. Devrimci duruşundan hiç taviz vermedi. Tıpkı, yoldaşı Emin Karaca gibi…