Lâmı cimi yok. Gündemde çok önemli gelişmeler var. İyi de bunlar art arda gelen köklü değişimler mi? Yoksa böyle bir niyetin havası mı estiriliyor

Lâmı cimi yok. Gündemde çok önemli gelişmeler var. İyi de bunlar art arda gelen köklü değişimler mi? Yoksa böyle bir niyetin havası mı estiriliyor? Hava mı basılıyor?
Her neyse bugünlerde hakikaten sevindirici bazı gelişmeler yaşanıyor, mesela Kürt ve Ermeni sorunlarında… Bakalım, bugün Habur kapısından gelen PKK’lilere ne yapılacak? Olumsuz bir gelişme olmazsa, elbette rahat bir soluk alacağız.
Peşinen diyeceğim şudur: Hangi hesapla kitapla yapılmış olursa olsun, bu vesileyle ortaya çıkacak olan kimi “yan tesirler” iyidir…  Ancak sevinçten çıldırmamış olduğumdan Ermeni sorununun tedavisinde bize yutturulan ilacın asli sebebinin küresel enerji politikaları olduğunun ve gelinen noktadaki barışçıl çözümün de bu ilacın bir yan tesiri olduğunun farkındayım. Keza Kürt sorununda da bu tür ihtiyaçlara ilaveten, Yeni Osmanlıcılık ruhunun şad edilmesinin yattığını cümleten bilmekteyiz.
Ermenilerle barışmak, Kürtleri ciddiye almak güzeldir, hoştur.
Lakin bu olup bitenleri gösterip ezber bozuyoruz diyenler, ezber mezber bozmuyorlar. İçilen ilaçların yan tesirlerinin promosyonunu yapıp, bir de bildiklerimizi unutmamızı istiyorlar. Cümlemizi yeni ve bize ait olmayan ezberlere mahkûm etmek istiyorlar.
Oysa böyle sahiden “çok güzel hareketler” oldukça, bir yandan da, bilgilerimiz depreşiyor. Bilmek lanetlenmekmiş! Çünkü biliyoruz ve bilmiyormuş gibi yapamıyoruz.
Neyi biliyoruz? Madalyonun öbür tarafını biliyoruz!
Neleri biliyoruz? “Dış politika” gündeminde neden Ermenistan, Suriye, Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetiminin pat diye ve hep birlikte öne çıktığını… Evet, Kürt “sorunumuz” da artık öncelikle ve mecburen bir dış politika sorunu olarak ele alınıyor. (Kanıt? İç sorun düzleminde olsaydı, mesela DTP muhatap alınırdı ya da aynı anlamda DTP kendisini muhatap olarak dayatmaktan kolayca vazgeçmezdi…)
Küreselleşmenin alt başlığı olarak yeni bir bölgeselleşme süreci (bölgedeki güçler dengesinin yeniden kurgulanması) yaşanıyor. Büyük Ortadoğu Projesi’nden Yeni Osmanlıcılığa…
Bu tür dönemeçlerde başvurulan çözüm tarzının “şok terapi” diye adlandırıldığını da biliyoruz. (Ayrı bir yazıda ele alınmayı hak eden hayati bir kavramdır bu.) Kısacası, küreselleşmenin çarklarının dönebilmesi için başvurulan bildik bir yöntemdir: Duruma göre Türkiye’deki 24 Ocak ve 12 Eylül’dür, sonra elbette 28 fiubattır; küresel düzlemde Irak ve Afganistan’ın işgalidir, bu tarz tıkanınca Obama’nın diline dolanan Change-Değişim’dir, yani bölgesel düzlemdeki bir “değişim” amacıyla BOP’tan, ılımlı İslam’dan Yeni Osmanlıcılığa geçiş ihtiyacıdır ve sairedir.
AKP’nin de el eliyle girdiği gerdek işte bu türden bir şok terapidir, onun bir parçasıdır. Bakın işte, Kürt sorunu düzleminde, tıkandığı noktada ve tıkandığı için “kontrgerilla”nın yerini (kısmen tepeden ve dışarıdan reformlara dayalı) “kontrpolitika”nın almasıdır.
Peki yürürlükteki şok terapinin asli bileşeni ‘değişim’ midir ‘change’ midir? Sorunun cevabı mesela R. T. Erdoğan’ın 29 Ekim’de, ki manidar bir gündür, Obama ile randevulaşmış olması değil midir?
Tekrar edeyim, olup bitenlerin külliyen berbat olduğunu kimse söyleyemez; bazı yan etkileri iyidir, lakin üzülerek söyleyeyim ki, bunlar demokratikleşme filan değildir.
Nedir? Ahmet Altanları haklı çıkaran gelişmelerdir.
Ahmet Altan haklı çıkmıştır: İttihatçıların yerini İtilafçılar almaktadır! Değişim dedikleri, müesses nizamın, sınıfsal ve ideolojik bakımdan küreselleşme (ve ABD ve neo-liberalizm ekseninde, özellikle geçen haftaki IMF toplantısında altı çizilmiş olan ekonomik eksende de) yeniden inşasıdır. İttihatçılara geçmiş olsun deme vaktidir. Çünkü gün, hakikaten Ahmet Altanların günüdür. Eteklerinin zil çalması boşuna değildir.
Demokratikleştirme diye yutturdukları ilacın yan tesiriyle, mülayim İslamcıların yandaşları mülayim liberaller, mülayim solcular (ki sert olsalar ne yazar) mayışmış vaziyetteler. Ahir zaman yalvaçları gibi “hürriyet, meşveret, uhuvvet” üzerine ahkâm kesmedeler… Varsın kessinler…
İttihatçılığın da muhalifiydik… İtilafçılığın muhalifi olmayı da sürdüreceğiz..
Çünkü ikisi de tek bir madalyonun iki yüzüdür. İkiyüzlü siyasetlere tahammülümüz yoktur; çünkü biz, sosyalistiz be kardeşim.
Bu yüzdendir ki hatırlamaktan, hatırlatmaktan, bildiklerimizi akılda tutmaktan vazgeçemiyoruz…