Hayatta koşar adım ilerlerken arkamızdan seslenen geçmişe pek kulak asmıyoruz. Hikâyeler ve masallar geçtiğimiz yolların kilit taşları. ‘Her dönemin ruhu ayrı’ diyerek eski anlatılara burun kıvırdığımızda iyi bir kilit taşı ustası olan zaman öfkeleniyor. Taşları yerinden oynatıyor. Takılıp düşüyor, yaralanıyoruz. Acımızdan ders çıkarmadıkça bilginin, sezginin, deneyimin onarmaya çalıştığı yaralar kabuk bağlayamadan tekrar tekrar açılıyor. Modern yaşamda dikkatlerimiz dağınık. Dünyayı oluşturan bileşenlerin yüce sadeliğini unutuyoruz. Huzurumuz kaçıyor. Yerkürenin şiirini okuyamıyoruz. Yazar Borges “Şiirsel olan her şey bir varış noktasını anlatır; onu bize bir anlığına gösterir” der. Yapılandırdığımız medeniyetin şiirle uyumunu gözetmediğimizde etik ve estetik kayıplar veriyoruz. Yeryüzünün bizlere sunduğu düşünme, düş kurma, oyun oynama konforu ne büyük armağan oysa. Nasıl da göz ardı ediyoruz! Bugün bahsedeceğim kitaplar bu armağanın; ihtiyacımız olan şiirin, unutulan, ihmal edilen anlatı geleneğinin değerini hatırlatacak.

EBEMEVİ, insancıl bir bakışla Anadolu söylencelerini edebi eskizlere dönüştürebilen yüksek mühendis-mimar, şair ve yazar Cengiz Bektaş’ın kitabı. Kitap, ‘Kuşlar, Yapılar’, ‘Ebemevi’, ‘Dört Ayak’, ‘Belkıs’, ‘Yılanlar Padişahı ile Arılar Kraliçesi’, ‘Usta ile Çırak’, ‘Ahtapot’, ‘Azıcık Sevgi’ başlıklı bölümlerden oluşuyor. 2020 yılında aramızdan ayrılan Bektaş yaşamı boyunca doğal yaşam dengesini gözetti. Mimarinin bu denge ile uyumlu olması gerektiğine dikkat çekti. Ortaya koyduğu eserler savunduğu değerlerle örtüştü. ‘Sevgiyle Yap’ kitabı aracılığıyla Mimar Sinan söylencelerini çocuklara taşıdı. Onlara hep saygı duydu. Ebemevi’nin içindeki ilk anlatı kuşlar ile yapılar arasındaki narin bağa dikkat çekiyor. Üzerine kuşların bile konmak istemediği saygısız yapılara karşı çıkmaları konusunda çocukları yüreklendiriyor. Bir yapının güzelini, çirkinini, saygılısını en iyi anlayacak olan kimler? Devamındaki anlatılar ‘yaşadığımız coğrafyada çocuklar nasıl eğlenir, hangi oyunları oynarlar, oyunların ardındaki hikâyeler nelerdir’ sorularının cevabını veriyor. Anadolu’da karşımıza çıkan tarihi yapıların ardındaki söylenceleri aktarıyor. Üçtaş oyununun Efes’teki kadim izleri, Hatti halkından günümüze uzanan topaç çevirme eğlencesi, Bektaş’ın seyahatlerinde karşılaştığı çocuklardan öğrendiği efsaneler ve kendi çocuğuna yazdığı mektuplar kitapta yer alıyor. Çocukluğunda yazara “Zamanında oynamasını bilmeyen başka işleri zamanında yapmasını bilmez” diyen kişi kim? Kuru toprağı gören ilk çocuk kim olacak? Yazar ebemevi oyununun incelikleri anlatırken dilinize bir de türkücük takacak. Dört Ayak efsanesi, suyu taşıyacak olan ile yapıyı kuracak olanın sevinçli mücadelesi, Aspendos kralının kızı Belkıs’ın kaderi, seksen iki yaşındaki İsmail Usta’nın anlattığı nefis usta-çırak hikâyesi hafızaya değer veren okurları bekliyor. Kitap aynı zamanda çocukların hassas duygularına açılıyor. Bir ahtapotun ve minik bir sıpacığın sonlanan yaşamları aracılığıyla nahif gerçeklikler ortaya çıkıyor. Bizim zamanımızda şöyleydi, böyleydi diyerek akıl vermek mi? Geçmişin seslerini oyunla, şiirle, hikâyeyle çocuklara dinletmek mi? Galiba geç olmadan, geleceği, ruhu doyurulmuş çocukların iradesine teslim etmemiz gerekiyor. ‘Azıcık Sevgi’nin yaşam döngüsüne katacağı güç yadsınamaz. Unutulmaya yüz tutan değerleri sevgiyle hatırlatan yazarlar sonsuzdur, unutulmaz.

unuttugumuz-ne-varsa-ayagimiza-takiliyor-899602-1.

SUYUN UNUTTUĞU, yaşamın kaynağı olan suyu modern bir söylenceye dönüştürüp onurlandıran, yaşamın kendisini gerçeküstü bir masal olarak tanımlayan yazarın çağdaş anlatısı. Yazar kitabını “Çocukluğunu bir masal gibi anlatan” annesine ithaf etmiş. Yaratılış mitlerinde sıkça karşımıza çıkan su ‘bilmediğini bilen, bildiğini bilmeyen’ bir kavram olarak masalsı akışa geçiyor. Sümerce, Urduca, Japonca hatta okurunu araştırmaya teşvik eden Yoruba ve Mapuche dillerindeki karşılıklarıyla bizleri selamlıyor. Suyun unuttuğunu birlikte anımsamaya çalışıyoruz. Kelt, Hawaii ve Aztek mitlerinde göllerin, nehirlerin, okyanusların hâkimi olanlar Eski Mısır’da doğurganlığın sembolü oluyor. Peki Köpekbalığı tanrısı hangi halkın mitolojik hikayelerini süslüyor? “Dağlarda, ovalarda, hırlayan aslan yavrusunun boğaz boşluğunda” dolaşan su öyle dolanıyor ki kendini unutup görünmez oluyor. Fakat bu sırada koca dünyanın huyunu öğreniyor. Dünyanın huyu suyu biraz da suyun huyu suyu aslında. Ve özünde biz insanların da. Su bize öfkemizi, utancımızı, bulunduğumuz kabın şeklini alan davranışlarımızı, sevildikçe canlanan hallerimizi hatırlatıyor. Kitapta Çerapunçi’yi Çamlıhemşin’e, mavi balinaları yüzme bilmeyen çocuklara, kuyuyu kovaya anlatan kim? Yazar suyun hatırlayabildiklerini kâh bir yıldızın kuyruğuna kâh bir gergedanın acıdan sertleşen burnuna yerleştiriyor. Göçler, ağıtlar, maceracı ruhlar metin içinde harmanlanıyor. “İnsanın ayak izini suyun izine uydurduğu zamanı hatırlayışı” öyle güzel resimlenmiş ki şiir ile çizginin uyumu zirveye ulaşıyor. Medeniyetimizin suyu hapsedişi, hatırlanmayan ne varsa suya attığımız gerçeği karşımıza dikiliyor. Su, kadim dilini konuşamaz, kökü yaprağa anlatamaz olur mu? Tanrılar da gözlerini bir bir yumunca, cüce su aygırı, pirinç tarlası ve ıslık çalan örümcek ile birlikte ağlayan insanı neler bekliyor? Çocuk kitabına yakışır bir son!? Cevabı susuzluğunuzda, iç sesinizde ve eğer kitabı birlikte okursanız çocuğunuzun gözbebeklerinde bulacaksınız.

unuttugumuz-ne-varsa-ayagimiza-takiliyor-899603-1.

ACIDA VE HAFIZADA ORTAKLIK

Annem büyüklerinden dinlediği hikâyeleri bana anadilinde anlatır, Adigece deyimler ve şarkılar söylerdi. Kaf dağından yükselen ses cılız da olsa kulağıma ulaşırdı. Dile hâkim olamadığımdan içimde hüzünlü boşluklar oluşurdu. Yine de o anlarda ikimizin çocukluğu kucaklaşırdı. Gerçek şu ki hafızalarımız bir çiçek gibi sulanmayı bekliyor. Adigece’de su ‘psı’ demek. Ruh ise ‘pse.’ Yarattığı çağrışım nasıl da yakın birbirine. Yazıyı yazdığım saatlerde Tuz Gölü’nde binlerce yavru flamingonun ölü bulunduğunu öğrendim. Suların ve insanlığın ruhu bir kez daha yaralandı. Doğa ana şimdi Anadolu’nun allı turnaları için tek ayak üstünde duruyor. Boynunu kıvırmış yas tutuyor. Belki bir Kafkasya leoparı ya da bir Akdeniz foku acısına ortak oluyor? Peki ya bizler? Acıda ortaklık çözüme, hafızada ortaklık umutlu geleceğe uzanır. Geçmişin günümüze taşıdıklarını anlayalım, çocuklarımıza anlatalım. İyi bir anlatıcı olmadığımızı düşünüyorsak kadim anlatıların kitaplardaki izlerini sürelim, okuyalım, okutalım. Çocuklara sevgisiz, susuz, ruhsuz bir dünya bırakmayalım…Sağlıcakla kalın!