Altay o taşlı, tozlu futbol sahasıydı, maç çıkışları tükürüklü köftelerdi, tribünlere bir sürme gibi Enver Gökçe’nin “Elbet bizim caddelerimizde de bayram olacak!” dizesini çeken taraftardı. Denizli’nin kıranta gülüşüydü...

Unutturamaz seni hiçbir şey

Ahmet BÜKE

Büyük Altay Yüksel ki sen kararsın Ay!

26 Mayıs gecesi Mustafa Denizli Hoca’nın eski ama tadını hiç unutmadığımız gülümsemesini görünce arkadaşlarla toplaşıp marşımızı söyledik.
Şimdi tarih için büyük anlatıların yekûnudur derler ama o toplam aslında tek tek bireylerin kişisel tarihlerinin içinde eridiği atlastır aynı zamanda. Edebiyatçılar da hep o tek damladan ya da çekirdekten büyük hikâyeye ulaşmak isterler.


1984’TE BAŞLAYAN HİKÂYE

Benim naçiz kişisel Altay tarihim de 1914 yılından beri akan mazinin içinde bir yerlerde dolanıyor işte. 1984 yılında İzmir Atatürk Lisesi’ne devam ederken sınıfta Özgür isimli bir arkadaşım vardı. Her pazartesi ne kadar Fenerli, Galatasaraylı, Beşiktaşlı çocuk varsa onun etrafını çevirir lafla döverlerdi. Baktım ki Özgür de aynı benim geldiğim yerden geliyor. Memur çocuğu, Yalı’da değil arkalarda oturuyor, kitaplara düşkün, sınıfın en harbi öğrencisi. “Yahu, seni neden böyle paralıyor bunlar,” diye sorduğumda “Tek Altaylı benim de ondan,” demişti. Ertesi hafta artık Özgürle beni ortalarına almaya başladılar. Dalaşmalar o kadar hoşuma gitti ki Alsancak’taki maçlara abone oldum. İkinci yarının ortalarına doğru kapıları açarlardı, bizim gibi harçlığını bilet parasına yetmeyenlerin en sevdiği saatler onlardı işte.

Sonra bir gün Altay takımı tam kadro bizim liseyi ziyaret etti. Sınıfları gezip hem takımlarını, hem kendilerini tanıttılar. İçlerinde efsane futbolcu, şutların efendisi Yesiç de vardı. Özgür ile havamızı görmeliydiniz. O günü bizim kişisel tarihimizde asıl unutulmaz yapan şey ise devamında oldu. Ön bahçede taşlı, topraklı da olsa güzel bir futbol sahamız vardı. Hemen gönüllülerden ve Altaylı futbolculardan karma iki takım kurduk. Maç boyunca “Yesiç Abi, pas, pas!” diye bağırıp durdum ben. Maçın sonunda Yesiç gülerek yanıma geldi ve “Senin şuts çok bok!” dedi. Sınıfta birkaç ay bu lafla dalga geçenler oldu elbette. Hafiften bozulmamış değildim de Yesiç’le top koşturmaya değerdi her laf. Yıllar sonra bu anımı bir arkadaşıma anlattığımda, “Oğlum bizimkiler Boşnak. Bizde ‘bok’ tanrı demek,” demişti.

Yesiç Abi, inşallah Türkçede ilk öğrettikleri küfür bu değildi. Öyle olsa bile helali hoş olsun.

Aslında hiçbir zaman futbola büyük tutkum olmadı. Ama hayatım boyunca, çalıştığım işlerde, oturduğum semtlerde, arkadaş çevremde çoğu zaman neredeyse tek Altaylı olarak var olmaktan büyük gurur duydum hep.

DENİZLİ’NİN GÜLÜŞÜ...

Çünkü Altay o taşlı, tozlu futbol sahasıydı, maç çıkışları tükürüklü köftelerdi, tribünlere bir sürme gibi Enver Gökçe’nin “Elbet bizim caddelerimizde de bayram olacak!” dizesini çeken taraftardı, yıllar sonra mahalleye geri dönen semtimizin en yakışıklı abisi Denizli’nin kıranta gülüşüydü. Ve Altay formasıyla poz verip sonra Fuar’da o şarkıyı söyleyen Ferdi Özbeğen’di.

“Unutturamaz.
Seni hiçbir şey.
Unutulsam da ben. Ah, unutulsam da ben.”


İzmir’in parlak yıldızı Büyük Altay’ımız, yüksel ki sen kararsın Ay!