Geçen gün Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin kapısında şair Nihat Behram’la karşılaştık. Hal hatır sorduktan sonra; “Hayırdır dedim, telaşlısın ağabey, ne oluyor?” Gülümseyerek yanıtladı; “Çağlayan Adliyesi’nden geliyorum, şimdi de Kartal’a ifadeye gidiyorum” dedi. Benzer soruyu bana sorunca Nihat Behram; “Ben de bir savunma hazırlıyorum, bir de ifade için avukatla buluşmaya geldim.” dedim. Güldük gülmesine de, ne tür kepaze bir düzende yaşadığımızı düşününce yüreği dağlanıyor insanın.

Nihat ağabey iktidarın görünmez ortağı Doğu Perinçek’e yönelik sert bir yazı yazmıştı. Doğu Bey sanırım RTE’yi örnek alarak hemen açmış davayı. Yazı solportal’da yayınlandığı için ve bu yayın kuruluşu da Komünist Parti’ye yakın olduğu için meğer Behram’a yazıyı KP yazdırmış! Öyle iddia ediyor Doğu Bey! Bunu niye anlatıyorum. Her işin bir raconu vardır. Kavganın da! Nihat Ağabey ve pek çok yazar/aydın için Doğu Perinçek bir yazı yazdı ve topuna “Vatan haini” dedi. Cevabını da yazıyla aldı. Doğrusu Perinçek’in de yine yazıyla yanıt vermesidir. Ayrıca benim bildiğim Nihat Behram kimse istedi diye yazı yazacak adam değildir.
Bir kere çürüme başlayınca her yana sirayet ediyor işte. Hoş Perinçekgiller’in bugüne dek verdikleri sınavlardan nasıl sonuç aldıkları ortada. Lakin düşünce dünyasının yazılı olmayan kuralları vardır. Eğer sen RTE yöntemini kullanırsan, zaten hayli lekeli olan sicilin iyice bozulur. Diyeceğim, bir yandan “Yetmez Ama Evet” kepazeliğinin artıkları, öte yandan milliyetçi söylemiyle solu gölgeleyen bu yeni tip vatanperverler suyu bulandırıyor. Tam da yeni düzenin istediği de bu. Aydınlanmanın ortadan kalkıp, yerini kalıcı bir karanlığa bırakması…

Liberaller, sol dönekler elbirliğiyle ‘laiklik’, ‘cumhuriyet’, ‘aydınlanma’ demeyi yasak ettiler. Bu kavramları kullananları ‘çağdışı’, ‘eski kafalı’ ilan ettiler. Sonuç, esasen devrimci herkesin peşine düşmesi gereken bu değerler, milliyetçi-laiklerin eline düştü. Öyle bir hava yaratıldı ki; özgürlük salt din inancıyla gelişir, eğer burada bir zaaf olursa ya da buna karşı çıkılırsa demokrasi ağır yara alır gibi sunuldu ve bu durum asla eleştirilemez oldu. Yılların sorunları; Kürt ve Alevi meselesi buraya indirgendi. Tanrı’nın yerine akıl konuyor diye kuramsal çerçeve çizildi, aklın yerine kendilerine uygun bir Tanrı yarattılar ve ona tapmaya başladılar. Sonuç ortada.
Şimdi öyle bir kavga vermek gerekiyor ki, bu tarihsel değeri son derece önemli kavramları, karşıt gibi duran ama aynı sonuca götüren çevrelerin elinden kurtarmak gerekiyor. Eğer okulların giderek daha inanç eksenli bir eğitime kaymasına izin verilirse, üniversiteler düşünmek yerine teslimiyete inanmış çevrelerin elinde oyuncak olursa, asıl büyük felaketi o zaman yaşar memleket. “Hala olanak var mı bunu değiştirmek için?” diye sorarsanız, evet, var. Ekolojik dengenin yarattığı yeni denkleme bakıp, göçmen hareketlerini bir de bu gözle okursanız, artık yerkürenin bu bağnazlıkla, vahşi ve saldırgan kapitalizmle ayakta kalma olanağı bulunmadığını göreceksiniz. Artık dünyanın her yanında bu yeni durum tartışılıyor. Ellerini göğe açıp bir çözüm elde etmek mümkün değil. Tek adamların kibirli düzenlerinin yerini mutlaka aydınlanmacı kadrolar alacak yeniden. Doğası böyle akışın…
Son otuz yıldır süren öldürücü sıcaklar bu yaz doruk noktaya varacak, İstanbul depremi bugün ya da yarın ve bölgemizde su tükeniyor. Bunların tümü esas sorunlardır. Din, ırk dinlemez. İnsanlığın tamamını esir alır bu durum. Güçlü devletler, küresel yeni-imparatorluklar buradan savaşla, ırkçı/dinci anlayışları birbirine kırdırarak çıkmak isteyecek. Ki şu an bu süreç başladı. Bizim gibi ülkelerin hamaset tacirleri ve din bezirgânları elinde son nefesini vermesi an meselesidir. Kökü derinlerde Anadolu haklarının, Artvin’de de gördüğümüz gibi sezgisel bir direnişi vardır. Bu bizi aydınlanmaya mecbur ediyor.

Kopernik’in dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü kanıtlaması, Darwin’in evrimi delilleriyle ortaya koyması ve Freud’un bilinçdışını açığa çıkararak süren insanlık yolculuğu kendini dev aynasında gören birilerinin kibirli tutumuyla durmaz. Ha, ya buna katılırsınız ya da dışında kalır, kaybolur gidersiniz. İnsanlığın ortak belleğinde iz bırakmak, ona katkı koymak güdüyle ilgilidir. İnsanın bilimi, felsefeyi, sanatı bulması/seçmesi bir aydınlanma gereksinimidir. Acıkmak, susamak kadar doğaldır bu. Aydınlanma insanın geninde vardır.

Diyeceksiniz ki; “E madem öyle koca ABD başkanları bile kendisini Tanrı’nın görevlendirdiğine inanıp nasıl insanlığı kana buluyor? Aydınlıktan karanlığa gidiyor?”

Çünkü iktidar hırsı, bencillik, kin, intikam türü duygular da insanın genlerinde var. Üstelik insan doğası kolaycı olmaya yatkın. Bir karıncanın davranışını anlamak kolay mı sanıyorsunuz? Gözlemek, üzerine düşünmek gerekiyor. Bir bakıyorsunuz ki, karınca dediğiniz böcek, toplumsal bir yaşam sürüyor, davranışının anlamı var. Bunun için sabır, duyumsama, bilimsel zemin ve etik değer gereklidir. Yani aydınlanma!

Nihat ağabey bir geleneğin devamı! Bileğini bükemeyenler mahkemeye davet ediyor onu. Ama bu durum racona ters! Doğrusu tartışmak, düşünceyi ortaya koymak, gerekirse yüzüne sövmektir. Devrimci, aydınlanmacı anlayışta mahkeme kalemdir, kâğıttır.
Benim davaları sorarsanız…
Onu da sonra anlatırım!
Esas davamız aydınlanmadır!