Grete Hermann “tahmin edilebilirlik” ve “nedensellik” kavramları birbirinden ayrı ayrı ele alındığında kuantum fiziğinin aslında Kantçı anlamda bir nedensellik ilkesini terk etmediğini öne sürer ve Neumann’ın yazmış olduğu kitaptaki varsayımlardan birini tutarsız bulur.

Unutulan bir isim: Grete Hermann

Dr. Mustafa GÜNDOĞAN

Bu yazıda bilim tarihinde uzun süre unutulmuş, kuantum mekaniğinin temellerine katkılar yapmış; von Neumann gibi bir matematikçinin yanlışını düzeltmiş ve tüm bunlardan sonra kendini politik aktivizm ve eğitim reformlarına adamış bir kadın matematikçi/filozoftan bahsedeceğim. Bu kişi 1901-1984 yılları arasında yaşamış Grete Hermann.

Hermann doktorasını tam da kuantum mekaniğinin doğduğu dönemde, 1926 yılında (Heisenberg ve Schrödinger’in devrimsel işlerinden sadece bir yıl sonra) ünlü kadın matematikçi Emmy Noether’in ilk öğrencisi olarak tamamlar. Soyut cebir problemlerini çözmede algoritmaların sınırlarını incelediği tezi yıllar sonra geliştirilecek bilgisayarların ve algoritmaların ön habercisi gibidir. Sonrasında, profesyonel matematiği bırakarak uzun süredir ilgisinin olduğu felsefeye kayar, daha spesifik olarak neo-Kantçılık akımının önemli isimlerinden Leonard Nelson’ın asistanlığını yapar. Nelson’ın felsefesi Kant’ın aşkın tümdengelimini eleştirir: ona göre deneyimler soyutlamalar ve düşünce silsileleri ile değil, bilincin empirik deneyimleri yorumlaması ile incelenir ya da elde edilir. Bunların dışında, Nelson, ahlakın rasyonel temelleri ile ilgilenmiş ve bunun neticesinde çeşitli eğitim ve politik organizasyonların kurulmasında öncülük etmiş. 1927’deki erken ölümünden sonra (sadece 45 yaşındaydı) bu organizasyonlar Hitler’in gücü devralması ile yasaklanana kadar faaliyet gösterecekti. Hermann bu süreçte çeşitli sosyalist gazetelere düzenli yazılar yazmakta, bu kurumlar içinde aktif faaliyetler göstermekteydi.

POLİTİK FAALİYET SONRASI

Politik aktivitelerin yasaklanmasından sonra kuantum mekaniğinin felsefi temelleri ile ilgilenmeye başlayan Hermann bu süreçte Leipzig’de teorinin kurucularından Heisenberg’in de parçası olduğu matematikçi ve fizikçi çevrelerle felsefi tartışmalar yürütür. Bu tartışmalarda, kuantum mekaniğinin iddia edildiği gibi neden-sonuç sonuç ilişkisini yerle bir etmediğini, doğa hakkındaki “mutlak bilgi” tam olarak ne demek olduğu ve bunun tekrar yorumlanması ile kuantum mekaniğinin de aslında neden-sonuç kuralları içinde işleyen bir çerçeve olduğunu iddia eder. Argümanları o kadar güçlüdür ki bu tartışmalar Heisenberg’in yıllar sonra yazdığı “Fizik ve Ötesi” başlıklı kitapta kendine genişçe yer bulur.

Kuantum mekaniğinin nedenselliği terk ediyor ya da bazı durumlardan ışık hızından daha hızlı etkilere izin veriyor gibi görünmesinin en çok rahatsız ettiği kişilerinden başında Albert Einstein geliyordu. Ona göre teori hâlâ tamamlanmamış ve denklemlerde yer alan fakat henüz keşfedemediğimiz bazı “gizli değişkenler” aslında teorinin determinizmini garantiye alıyor olabilirdi. Bu konu hakkında kafa yoran kişilerden bir diğer dev isim ise matematikçilerin, bilgisayar bilimcilerinin ve fizikçilerin adını çok iyi bildiği John von Neumann idi. Von Neumann henüz Hilbert’in (Hilbert uzayına ismini veren Hilbert) genç bir asistanı iken yeni doğmakta olan kuantum mekaniğini daha sağlam matematiksel temellere oturtan Kuantum Mekaniğinin Matematiksel Temelleri başlıklı bir kitap yazmış ve bu kitapta neden gizli değişkenlerin gerçekte var olamayacağına dair de matematiksel bir kanıt sunmuştu. Yıllar sonra Niels Bohr’un enstitüsünü ziyaret eden Feyerabend (evet, aslında fizik eğitimi almış olan Feyerabend’in erken dönem çalışmaları kuantum fiziği üzerine yoğunlaşmış, ilk hocalık pozisyonu için referans mektuplarından birini Erwin Schrödinger yazmıştı) Bohr’un bir seminerinden sonra başlayan tartışmada gizli değişkenler sorusunun ortaya atılması ve “von Neumann bunun imkânsızlığını kanıtladı” cümlesinin tartışmayı nasıl aniden bitirdiğini otobiyografisinde anlatır. Bunu anlatmakla da kalmaz, salondakilerin çoğunun von Neumann’ın kanıtını büyük ihtimalle okumadığını ya da anlamadığını yazar. Hermann’a dönersek, 1933’den sonra kuantum fiziğinin temelleri üzerine çalışmaya başlayan Hermann, von Neumann’ın bir yıl önce yazdığı kitabındaki kanıtı inceler ve kanıttaki varsayımlarından birisinin tutarsız olduğunu ve bu yüzden de kanıtın geçerli olmadığını fark eder. Hermann “tahmin edilebilirlik” ve “nedensellik” kavramları birbirinden ayrı ayrı ele alındığında kuantum fiziğinin aslında Kantçı anlamda bir nedensellik ilkesini terk etmediğini öne sürer ve bu bulgularını Mart 1935’te yayınladığı makalesi ise belki von Neumann gibi devasa bir ismin ağırlığı belki o yıllarda tek tük olan ve akademide varlıklarına pek izin verilmeyen bir kadın olduğundan belki tüm bunların ortak etkisi olarak uzun yıllar fark edilmez.

Von Neumann’ın kitabındaki kanıttaki hata 1964 yılında John Bell tarafından fark edilir, o kadar ki Bell bu kanıt için “ahmakça bir kanıt” tabirini kullanır. Bell’in çalışması birkaç yıl sonra dikkat çeker ve kuantum haberleşme ve bilgisayar teknolojilerinin ve kuantum fiziğinin temelleri hakkında yapılacak birçok deney için de kapıları açar.

SAVAŞ ÖNCESİ

Hermann’ın hayatına dönersek; İkinci Dünya Savaşı öncesi İngiltere’ye kaçar, oradaki Alman-karşıtı akımdan kendini korumak için İngiliz bir adamla evlenir ve savaş sonrası Almanya’ya geri döner. Sosyal Demokrat Parti’ye katılır ve erken dönem eğitim aktivitelerine geri döner. Bu bağlamda, yıllar önce Nelson’ın kurduğu Felsefe-Politika Akademisi başkanlığını yürütür ve Bremen Pedagoji Yüksekokulu’ında felsefe ve fizik profesörü olarak görev yapar. 1984’de hayatını kaybeder.

Bugün bazı fizik tarihçileri ve felsefecilerinin makul olarak sorduğu ve okurlar için de küçük bir hafta sonu beyin jimnastiği olabilecek soru ise Hermann’ın kuantum fiziğinin temelleri üzerine yaptığı işleri ve von Neumann’ın kanıtının hatalı olduğunu tüm fizik topluluğunun erken dönemde öğrenmesi ile kuantum fiziği ve özellikle kuantum fiziğini anlayışımızın bugün ne durumda olacağıdır.