İktidarın onların sorununu şirketleşmiş tarım politikalarıyla çözemeyeceğini ve bu gidişatın değişmesi gerektiğinde hemfikirler.

Üreticiyiz, bizi sadece seçim zamanı hatırlayanları istemiyoruz!

İlknur Başer

Neoliberal kapitalist sistemin bugün dünyada ve ülkede yarattığı tahribat, emekçi milyonlar, doğa için yaşam, gelecek bırakmamıştır. Doğa, insan ve yaşam için bu sistemi topyekûn değiştirmek elzemdir. Oysa bugün ülkede siyaset; televizyonlarda boy gösterip şov yapmaya, söz dövüşlerine indirgenmekte, emekçi halkı edilgenleştirip seyirci haline getiren bir anlayışla yürütülmektedir. Bu anlayışı yıkmak, hayatı üretenlerin örgütlü gücüyle öznesi olduğu devrimci siyaseti örgütlemek önemli bir görev olarak önümüzdedir. Gıda krizi derinleşirken, ülke; iktidarın sürdürücüsü olduğu emperyalist-piyasacı politikalarla tarım ülkesi konumundan, üretemeyen ülke haline getirildi. Girdi fiyatlarının yüksekliği, sattığı ürünün üretim maliyetini karşılayamaması üreticileri borç sarmalına sürüklüyor. Üretici köylülerin bir kısmı tarlasını ekmekten vazgeçmemek, topraktan kopmamak için direniyor. Bu gezilerimizde doğanın metalaşması, çiftçinin proleterleşmesi, kamu hizmetlerinin tasfiyesini, temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmasını bir kez daha sohbetlerimizde görmüş olduk.


Bütün bu saiklerle Fatsa’da gerçekleştirdiğimiz Fındık Mitingi sonrası Uşak’ta da üretici mitingi yapma kararı aldık. Ardından kırk gün boyunca köylerde, pazaryerlerinde yoğun bir çalışma yürütüldü. Bu çalışmalar boyunca tütün, buğday, üzüm, meyve, sebze üreticileri, hayvancılık yapan üreticilerle buluştuk. Gittiğimiz her yerde üreticiler yaşadığı sorunların farkında. Fakat ne yapacağını, bu karanlık girdaptan nasıl çıkılacağı konusunda çaresizlik yaşıyor. Köylerde bu sene tarlasını ekemeyeceğini belirten çok fazla sayıda üretici ile karşılaştık. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bir yıl tarlasını ekmeden boş tutan vatandaşın tarlasını şirketlere kiralayacağı açıklamasına tepkililer. “Bizim tarlamızı bize rağmen kiraya vermeyi düşünen devlet üreticinin ekmesini sağlayacak politikaları uygulasın, üreticiyi desteklesin” diyorlar. 150 koyunun geliriyle kızını büyük kentte üniversitede okutan bir baba kendilerinin kıt kanaat geçindiğini belirtiyor. Üreticiler ürünleri; açıklanan taban ve tavsiye fiyatlarının altında satmak durumunda kalıyor. Şirket; komşu üç köyün birinde 5, diğerinde 6,25, sonrakinde 7 TL’ye süt satın alıyor. Oysa Ulusal Süt Konseyi’nin tavsiye fiyatı 7,5 TL. Şirketler sütü saklama olanağı olmayan üreticiden sütü alırken fırsatçılıkla para kazanırken, kentlerde emekçi çocukları süte hasret. Bazı köylüler ise sütü yem karşılığı veriyor.

Eşme Kayalı köyünde 85 yaşındaki amca hayatı boyunca böyle pahalılık, kıtlık görmediğini söyleyerek bugün ülkenin içinde bulunduğu krizin derinliğini özetliyor. Ziraat odalarına aidat ödeyen üreticiler ziraat odalarının ne işe yaradığını soruyor, sorguluyor. Ortak dertlerden biri de tohum. Atalık tohumun pazarda satışının yasaklanmasından, yapısıyla oynanmış ithal tohuma mecbur kalmaktan şikâyetçiler. Üreticiye destek vermeyip, ithalatta vergi indiriminin yapılmasından dolayı yakında memlekette açlığın kol gezeceğini söylüyorlar.

Kadınlar ise sabahın altısından hava kararana kadar süren tarla-bahçe, hayvan besleme, sağma mesaisini bitirip evde devam eden aileyi besleme, bakım mesaisinden günün nasıl bittiğini bilmiyor. Yorgunlar. Bu kadar emeğin karşısında eski yaşamlarını arar haldeler. Hemen her köy kahvesinde söz dönüp dolaşıp eskiden ektikleri ve kazandıklarını kıyaslayarak geçmişin daha iyi olduğuna geliyor. Eşme’de tütün üreticileri eskiden bir kilo tütünün bir yetmişlik rakı fiyatına denk olduğunu, şimdi ise 70’lik rakının bir kilo tütünün fiyatının 8 katı olduğunu belirtiyorlar. Cumhurbaşkanı’nın geçmiş Türkiye’yi kötüleyerek bugün güzellemesinin üreticilerde, emekçilerde karşılığı yok.

Temel sorunlardan biri de sağlık. Halk ‘kamu’ hastanelerinden randevu alınamadığını, özel hastanelere de paralarının yetmediği için tedavi olamamanın sıkıntısını yaşıyor. Üçüncü çocuğuna hamile olan kadın kara kara düşünüyor, nasıl doğum yapacağını. Sağlık ocaklarının kapatılmasının, sağlıkta piyasalaşmanın sonuçları üreticilerin de sağlığını bozuyor. Köy okulları ise çoktan kapatılmış durumda. Köy kahvelerine sokak aralarına ve evlere gittiğimizde dertleşmeye başlanıyor. Acil taleplerimizi paylaşıp düşüncelerini sorduğumuzda ise bizim önerilerimizin çok daha ötesi önerilerle karşılaştık. Ne de olsa sorunlarla cebelleşenler çözümü de üretenlerdir. “Bizim köyde 25 traktör var, aslında iki traktör yeter, birlik olsak, sırayla kullanırız.”

Köylerde temel sorunlardan biri de maden, taşocağı şirketleri. Avrupa’nın en büyük madeni Kışladağ’da. Kanadalı şirketin uzantısı olan TÜPRAG’ın işlettiği altın madeni Uşak ilinin suyunu tüketiyor. Uşak’ta bir süre önce 2022’de madene yakın olan Gedikler Köyü susuz kalmıştı. Bugün Uşak’ta su kesintileri sürüyor. Altın madeni Uşaklının kullandığı suyun dört katını kullanıyor. Uşak Kışladağ madeninin sonuçlarını acı bir şekilde yaşadığı için Murat Dağı’nda açılacak madeni bölge halkının mücadelesiyle şimdilik durduran yerlerden. Ancak onlar da suyun uyuyup şirketlerin uyumadığını biliyorlar ve maden sürecini takipten vazgeçmiyorlar. Bu iktidarın gönderilmesi gerektiğini ve yıllardır sağa oy verirken artık sola oy vereceğini belirten üreticiler az değildi. Gittiğimiz her köyde geçmiş yolumuzdan izlere de rastlamaya devam ediyoruz. 1969, 1977’lerden beri devrimcilerin halkla örgütledikleri tütün mitingleri hâlâ konuşuluyor. Köyleri gezerken Banaz Susuz köyünde 1977 yılında katledilen Semiha Özakar’ın çobanlık yapan ağabeyiyle karşılaşıyoruz. Bu toprakları, halkını çok seven bağımsızlık, eşitlik, özgürlük için gözünü kırpmadan ölüme gidenlerin anısı kazınmış köylere. Biz de bu izi takip ediyoruz.

Sorunları bilen, hayat pahalılığından boğulan, köylüler; seçim zamanları siyasi partilerin oy istemek için uğradığını belirtiyorlar ve buna çok tepkililer. Üreticilerin sorunlarını dile getirmek, örgütlü bir şekilde çözüm üretmek için yaptığımız 8 Ekim miting çağrısını sıcak karşıladılar. “İlk kez bizi düşünen birileri oldu” dediler. 8 Ekim mitingi üretemeyen üreticinin, tüketemeyen emekçilerin buluştuğu bir miting. Bu mitingde kürsü de onların. Bu kez yıllardır uygulanan sermaye yanlısı politikaların yükünü tüm ağırlığı ile taşıyanlar, sesi duyulmayan, sözü, emeği kıymete alınmayan emekçi halkımız konuşacak.

İktidarın onların sorununu şirketleşmiş tarım politikalarıyla çözemeyeceğini ve bu gidişatın değişmesi gerektiğinde hemfikirler. Buğday, tütün, üzüm, meyve-sebze üreticilerinin öfkesi burunlarında ancak birlik olamamak, birlikte davranamamak çaresizliği, yalnızlaşmayı ve uygulanan politikalara teslimiyetin sonucu şehre göçü tetikliyor. Bu öfke akacak bir mecra arıyor. İşte biz devrimcilere düşen en önemli görev öfkenin akacağı, çözümün halkla beraber üretileceği politik mücadeleye kanal açmak. Biz bu görevle mitingi ve sonrasının örgütlenmesi için yoldayız. Üretemeyen ve tüketemeyen halkın, işçilerin buluşması, yalnızlığı, çaresizliği aşarak örgütlü güce dönüşmesi bir avuç sömürücü bezirgânı def ederek halkın yöneteceği ülkeyi kurma yolculuğumuzda yegâne güç. Bunun için her birimiz daha fazla sorumluluğu kuşanarak yollarda, köylerde, halkın içinde, halkla birlikte olmaya devam edeceğiz. Acıların kuşattığı emekçi halkı, memleketi gülen yarınlara taşımak için hep birlikte durmadan ütopyalarımızı gerçek kılmaya, umudu örgütlemeye. Yolu yok biz kazanacağız.