Geçtiğimiz gün zorunluluk sebebiyle taksiye binmek zorunda kaldım. Keyfine göre bir şoföre denk geldim de binebildim. Yanımda eşyalarım da var, “Arnavutköy”e dedim. Bir süre sonra, telefonumda mesajlara filan dalmışım. Hiç anlamadığım bir yerdeyim. “Ustam neredeyiz biz ya?” dedim. Taksici de sağ olsun “Arnavutköy”e gidiyoruz işte kardeş yeni havalimanının oradaki” dedi. “Abicim Beşiktaş’tan bindim araca, keşke Arnavutluk’a götürseydin bari, ne ayaksın sen?” diye sordum. Öfleye püfleye geri döndü. Normalde ulaşacağımdan bir saat sonra varacağım yere geldiğimde taksimetre tabii ki saçma sapan bir miktar gösteriyordu. “Bunu vermem ben, sen beni dolandırdın, uzun yollarda dolandırıldım hem de” dedim.

“Ayrıca araba zaten leş gibi sigara kokuyordu, feci korkunç, hiçbir kurala uymadan kelle koltukta deli gibi gidiyordun”, “Ekmek paramız abi” dedi. Taksimetrede yazan miktarın yarısını kazıkçı şoföre uzatırken bizimki “Abi hakkını helal et” dedi. Hey Allahım ya. Hem leş gibi bir araçla beni alakasız yerlerde dolandır, hem taksimetreyi şaha kaldır göz göre göre şark kurnazlığı yap, hem zamanımı, hem hayata olan bakışımı değiştir, yol boyunca korkut beni. Çarptık mı, çarpmadık mı diye stres içinde yaşat. Gideceğim yere geç bırak, işim görülmesin. Sonra da hakkımı helal edeyim he mi taksi komutanı? Zaten hak helal etme gibi bir kavrama inanmıyorum da, sana inanmadığım hakkımı bile helal etmem sevgili sarı öfke. Hakkımı helal ettiğimde dolandırıcılığına “He iyi yaptın olsun naapalım” demiş olacağım. Hakkımı helal ettiğimde “Benim başımdan geçti, başkasının da başından geçebilir, olsun, onlar da helal ederler huzur içinde çözülür bu iş” demiş olurum… Araçtan indiğim gibi taksiyi şikayet ettim gereken makamlara. Hakkım da varsa, yanıma aldım, başkalarının hakları da yenmesin diye. Başkaları da ayak üstü dolandırılmasın, soyulmasın diye. Ne güzel dünya… Kendi inandığı, düşündüğü bir takım değerler var şoförün, hem onlara uymuyor hem de hizmet vermesi gerekenlere de doğru dürüst hizmet vermiyor. Hem her türlü dolandırıcılığı yapıyor hem de sonrasında aklanmak için “helal et” çekiyor. Gerçekten helal bir kesim sevgili şoför kardeşim.

Korkunç afetin üzerinden 22 gün geçti. Çevremize bakıyoruz ne güzel işler yapılmış, ne korkunç şeyler yapılmış görüyoruz. İlk iki gün maalesef korkunç bir şekilde elimiz ayağımız bağlanmış gibi kaldık. Bu atıllığın sorumluları apaçık belli, öncelikle bu iki gün halkını enkaz altında bırakanlar da belli. Bizim müthiş çaresizliğimiz yine bilimi dinlemeyen, kendi egosunun gölgesinde karanlıkta kalmış zihinlerden kaynaklanıyor maalesef. Olanlar ve yıkılanlar ortada. Ölüler yalan söyleyemez. Ne yazık ki bilim insanlarını dinlememenin, yolsuzluk yapmadan yapı denetimi yapmadan, imar affı üzerine imar affı çıkartıp insanları tabutlarına hapsetmeden duramadık. Öyle korkunç bir kazanç ağının içine düşmüşüz ki, örümceğin ağı gibi her nokta birbirine bağlı. Müteahhit, belediyede adamını buluyor, belediye bağışını alıyor, yapıya sağlam raporu alınıyor, 3+1 tabutunuz hazır.

Diğer yandan devletin en kritik noktalarında, arama kurtarma, acil durumda müdahale ekiplerinin nedense her şeye vakıf olan ilahiyat mezunları tarafından parsellenmesi çok ilginç. Belki de ileri görüşlü bir hareketti, ölenle ölünmez. Diyanet’in lüks Mersedesleri var, vatandaşımızın ise cesetlerini koyacak torbaları yok. Naftalinli battaniyelerde sarılı duruyor cansız bedenler.

Neyse ki halkına tomarla 200 lira dağıtan büyük insanlarımız var. Neyse ki afet bölgesine gelirken konvoyunun geçeceği yollara asfalt döken bir vatandaş sevdamız var.

Binlerce ölümüz var ama öyle muhteşem bir ülkemiz var ki kimse sorumlu değil. Her şey doğadan, her şey kader, her şey fıtrat ve her şey kısmetten çıkmış.