Borr köyünde bir çocuk doğdu, sene bin dokuz yüz yirmi sekizdi. Her velet gibi kepçe kulak, ince bir boyun, simsiyah saçlar ve fıldır fıldır bakan gözlerden ibaretti. Açtı, çıplak, çok fakir bir aileden, Khalê Soy ailesindendi, bir toprak ev, iki keçi, Borr'da herkes fakirdir. Ağacı gördü tırmandı, sütünü içtiği keçiyi gördü, gütdü, yıldızı gördü, Zel yaylasında altında yattı, koştu, zıpladı, oynadı -oyun hiç bitmez- ve sonra otuz sekiz geldi.

Oynadığı köy boşaldı, Qılaçiye'ye geçtiler, dört yorgan, iki yatak, kap-qacak, iki keçiyleydiler. Annesi önceden ölmüştü, babası Xıdır -başlarına gelecekleri sezmiş gibi- Qılaçiye'de öldü, kurtuldu, artık ona halası Beser bakacak. Bir dede köyünde kırk Demenanlıydılar, sığınmış, çaresiz, çoğu kadın ve çocuk, tam kırk ürkek yürek.

20 Temmuz 1938 günü, Pax Karakol komutanı bir emir verir, bir manga çelik asker hemen toplanır, Sogayige'ye gelen asker, bu kırkları tutuklar. Büyükler elbiseleriyle sımsıkı, çocuklar bağlanmayacak. Yürüyüş başlar, hedef ırmak kıyısıdır, Qurçu denen taşlık tarla Munzur ağzındadır. Kafile durur, kadınlar ağlar, çocuklar merakla suya bakar. Tarama başlar, ümitsiz birkaç dua, yakarış, ağlayış, göğe çıkan sitemkâr bir kıta ağıt, ciuw ciuw mermi sesi, iki defa doldurup boşaltılmış tüfekler, çocuk sesi, sessizlik, sineklerin sesi ve nihayet Munzur'un o huzurlu sesi.

usênê-khalê-soy-393484-1.Suya atılan çocuk ölmemiş, sürükleniyor, saatler sonra kıyıda artık. Kahrolası yalnızlık, kan, kusmuk. Bir ağaca dayanmış, sazlıkta tek bir çocuk. Ailesinden, kırklardan geride artık hiç kimse yok, başka bir çocuk olan Bego Demeniz hariç, o da başka bir kıyıda, bu defa karıncaların saldırısı başlayacak. Güneş battı, ay çıktı, karıncalar çoğaldı, yaralarından akan kana toplandılar. Ağustos böceği yaşam dolu cır cır. Güneş üç defa battı, üç defa doğdu, bir ara yılanlar da geldi. Su, yırtıcılar için bir av alanı çünkü. Uşênê Khalê Soy çok aç, sadece yaprak çiğneyecek, bayılacak, uyanacak, ta ki küçük bedeninde güç bulup Rayverlerinin evine gitmeyi başarana kadar.

Masalsız bir çağda yaşıyoruz, günler kısa, her şey yapışkan, dünya kıyamet karanlık, her gün kötülükte yeni yerler keşfediyoruz dünyanın küçük haritasında, Man adası mesela, ama size az evvel anlattığım bir masal değil. Uşênê Khalê Soy'un öyküsüdür.

Nüfusta adı Hüseyin Gül'dü, bu kasım ayının başında öldü, üç hafta oldu, daha kırkı bile verilmedi, yüzünde, elinde, dişinde o Temmuz ayında yakılan mermilerin hatırasıyla tam doksan yıl dayandı. Onun öldüğü bu netameli ay, aynı zamanda Seyit Rıza ve arkadaşlarının dara çekilip, cenazelerinin meçhul bir yere atıldığı tarihtir. Uşênê Khalê Soy, artık onların yanında.

O yüzden her Kasım ayında, yeraltındaki gizli ölüler bir mecburiyetmişçesine gelir akla, adalet istenir ölüleriyle beraber, büyük kentlerin meydanlarında sessiz yürüyüşler, yakılan titrek ışığıyla kederli mumlar. Munzur kıyısına da gidilir, suyun sessiz sesi ile dinlenilir. Acılar unutulmak, yapılanlar hatırlanmak istenir. Qurçu'daki gibi. Ama Aydınlık bırakmaz, huzur vermez. Bir yas mevsimi olan bu ayda, bazı ölülere hep hakaret eder, eşkıya, haydut, katil diye karalar giden herkesi.

Merak etmeyin, ey gazetedeki köşelerinde vicdansızca kaleminden kin damlayan beyler, Hüseyin Gül sizden fazla sahip çıktı Cumhuriyet'e, laikliğe, kolundan, süt dişinden yediği kurşuna rağmen, ölen Khalê Soyluları bir an bile unutmadan. Ama, sizin o kadarını bile çok gördüğünüz bir kuru özürü bekledi ümitsizce, seksen sene boyunca, göremeden de gitti.