AKP öncesinde de çok parlak bir karnesi yoktu Türkiye gazeteciliğinin. Yine de, az çok birbiriyle rekabet eden gazeteler, medya kuruluşları vardı. “Ana akım medya” düzenden yana tavır alıp, devletin sesi olmayı gazetecilik saysa da, bir partinin sesi değilmiş gibi davranmak önemsenirdi.

AKP’li yıllarda Türkiye; bir devlet ve o devletin belli sınırlar içinde birbiriyle yarışan siyasal partilerinin olduğu bir düzenden, bir parti ve onun devleti olan düzene geçerken, medyanın neredeyse tümü de o partinin medyası haline geldi.

Bu süreçte utanç verici çok şey yaşandı gazetecilik adına. Gazeteciler “sahibinin sesi” olmak ile “kendi sesi” olmak arasında tercihe zorlanırken, “kendi sesi” olmayı ve örgütlü kalmayı seçenler birer ikişer kapının önüne kondular.

Daha dün, artık çoktan batmış olan “amiral gemisiHürriyet’ten sendika üyesi 43 çalışanın işine son verildi. İşten çıkarılanların çıkarıldıklarından bu işin adabına uygun haberdar edilmesi çoktan unutulmuştu, ama her geçen gün çalışanlarını işten çıkarmadaki edep çıtasını biraz daha düşürdü patronlar.

Bu sefer evlerine gönderilen tebligatla işten çıkarıldı gazeteciler. Gazetede bir toplantıya yetişmek için koşturan gazeteci, “Gitme gitme, işten çıkarıldığın yazısı geldi eve” diyen eşinin telefonuyla kala kaldı olduğu yerde, koşturmayı bırakıp.

Çok şeye eyvallah deyip 1.5 yıl kadar önce Hürriyet’in genel yayın yönetmenliğine gelen Vahap Munyar’ın da dayanamayacağı şeyler olmuş olmalı ki, noter aracılığıyla istifasını göndermiş gazeteye.

Daha dizayn edilecek neyi kaldıysa medyanın, bu olup bitenlere de “AKP’nin yazılı basını dizayn planı” deniyor medya kulislerinde. Sonunda medyanın tümü resmen de AKP’ye bağlanacak, AKP Genel Başkanı tüm medyanın genel yayın yönetmeni olacak, bitecek!

Bunca utanç verici şey yaşanırken medyamızda, gazeteciliğine leke sürdürmeyen, adıyla onur sözcüğünü yan yana yazabileceğimiz gazeteciler de oldu. Çoğunun bir gazetesi kalmasa da…

Faruk Bildirici onlardan biriydi. RTÜK’e seçildiği günden beri, orada yaptıkları ve onurlu duruşuyla bir kurum olarak RTÜK de kıymet kazanmaya başlamıştı.

Bütün renklerin kirlendiği bir yerde, birinin temiz olmasına tahammül edilemedi. RTÜK tarihinde yaşanan bir ilkle, Meclis’in RTÜK’e gönderdiği bir üyenin üyeliği 6 üyenin oyuyla düşürüldü!

Önce makam aracına köpeğini ve sevgilisini bindirdi diye “kirletmeye” çalıştılar. Oysa ne kir tutacak bir insandı Bildirici, ne de sunulan nimetler veya dayatılan külfetler karşısında doğru bildiklerinden vaz geçecek biri. “Hayat arkadaşım” dediği bir insan ve yanından hiç ayırmadığı köpeğiyle RTÜK önünden aracına binmişti. Ona çamur atabilmek için tek bulabildikleri bu oldu. Bu son derece insani davranıştan, RTÜK’ün kamera kayıtları sızdırılarak, kötücül birilerinin marifetiyle bir “skandal” yaratılmaya çalışıldı. Olmadı!

Sonra, RTÜK üyeleri içinde bir partiye belki de en mesafeli, en tarafsız kişi olan Bildirici’nin üyeliğini “tarafsızlığı zedeledi” diyerek düşürdüler.

Oysa, gerçek neden belliydi: Bildirici, “RTÜK’te olup bitenleri bilmek bütün vatandaşların hakkı” dediği için, kapalı kapılar ardında alınan kararlara muhalefetini kamuoyuyla paylaştığı için, RTÜK başkanının yasaya aykırı olarak 3 yerde birden çalışmasını deşifre ettiği için bir demokrasi darbesine maruz kaldı.

Bütün bunlar geçer; kimilerinin payına utanç, Bildirici’nin payına onur düşer!

Ancak, o güne kadar da yapılacaklar olmalı! Belki yargı dur der bu darbeye. Ve her halde CHP, kendisinin ve Meclis’in iradesinin böyle yok sayılmasına izin vermez!