Malum partili Y. Aktay’ın “Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker” ifadeleri ardından malum parti Genel Başkan Yardımcısı ve Yerel Yönetimler Başkanı M. Özhaseki de, “Bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. İşçi bulamıyorlar, bu adamlar çalışıyor” dedi… Derler çünkü kafaları rahat. Derler çünkü aniden konuyu koltuktan ısıtmalı Mercedeslerine ya da Maybachlarına getirmeyecek kimse. Bakın orası da çok önemli. Başını serin tutacaksın koltuğunu her daim sıcak tutman lazım.

Değerli bakanımıza sormak lazım. Makam arabasının koltuk ısıtması yaz günlerinde rahatsız edici olmuyor mu? Ya da bu soru tabii ki saçma. S400 ya da S500’e (ya da S600’dür bilemiyorum) binen koskoca bakanlar yaz günlerinde klimayı açtırıyordur herhalde. Bakana o zaman şu soruyu soralım: Ekonomimizi ve sanayimizi bazı şehirlerde “ayakta tutan” bu insanların sigortasız, asgari ücretin altında ve haftalık azami çalışma saatlerinin üstünde çalıştırılması kanunlara aykırı değil midir? Biraz sömürü mü koktu burası bakanım?


Kaldı ki, göçmen köleler, yerli kölelerden biraz daha ucuz. Yani ekonomiyi “ayakta tutuyorlar”… Peki bu köleler kendileri nasıl ayakta duracak? Bu kölelerin yorulduğu zaman basenlerini ısıtacak koltuktan ısıtmalı Mercedesleri filan var mı? Hadi bırakın Merso’yu, düz sigortaları bile yok ve buna bakanım göz mü yumuyor yoksa?

Zaten bakan olmak demek genelde göz yummak ya da göz devirmek ya da göz kaçırmak demek. Sayın bakanım da bu işi gereğinden iyi yapıyor.
Mültecilerin bazı şehirlerde sanayiyi ayakta tuttuğunu söyleyen bakanım şöyle konuşuyor.

“Şimdi bazı şehirlerde sanayiyi onlar ayakta tutuyorlar. Gaziantep sanayisine gidin yüz binlerce insan en ağır ve en zor işlerde çalışıyorlar (Bakan burada kölelerin en zor koşullarda çalıştırıldığını itiraf ediyor). Kayseri sanayisinde de öyle. İşçi bulamıyorlar (Bakanım burada yerli işçiye asgari ücret vermek zorunda olduklarını, kaçak işçileri kayıt dışı çok daha düşük ücretler karşılığında çalıştırabildiklerini ve bu durumun ne kadar avantajlı olduğundan bahsediyor), bu adamlar çalışıyor. (Bakanım “bu adamlar” derken, kendi vatandaşına vermesi gereken, yoksulluk sınırının altındaki asgari ücreti bile vermekten çekinip, “bu adamların daha düşük ücretlerle çalıştırılabildiğinin ve bu durumun farkında olmasına rağmen sadece onayladığını ifade ediyor bize)… Eeee böyle ülkede bakan olmak kolay. Avantaj denilen şey patronlara. Fakir nasıl olsa daha fazla fakir olmaya alışık, patron ise zengin. Bir kere cici etleri ısıtmalı lüks arabalara temas edince bu patron cinsi artık daha fakir hale getirilemez. Ülkemizin zenginleri şimdi cici etlerini ısıtmayan arabalara mı binsin? Tabii ki onun yerine kölelerimiz var. Kendi kölelerimiz pahalı geldiyse, bakanım bakın ne diyor. “Ucuz köleler de var” diyor. Ekonomimize ucuz köleyle can verelim, o sırada bırakın köleler de fakirlikten can versin. Değil mi ama?

Geçelim… Geçtiğimiz gün Rize'de yaşanan korkunç sel felaketinden sonra da admin gidip Rize'deki selden mağdur vatandaşların üzerine çay paketleri atmıştı. Çayın faydası say say bitmez. Admin de bunun farkında. Mesela ülkeyle ilgili bir gerçek yüzüne söylendiğinde “Bunu abartılı buluyorum, al keyif çayı iç” diyebiliyor. Çay her şeye iyi geliyor. Çay işsizliğe iyi geliyor, çay 20 yıldır altı üstü talan edilmiş, dere yataklarına şuursuzca imar izni verilip sonra da sular altında kalmış dükkanların, dairelerin sahiplerine umut veriyor. Çay pandemiye bile iyi geliyor. Pandemi sırasında da güvenle halkınızı çaylayabilirsiniz. Her şeyin ilacı çay.

Çay var içersen, poşet var atarsan, imar affı var gelirsen, köle var çalıştırırsan, rant var yersen…