Utanmak ve solaris

> ONUR TUNCAY tncyonur@gmail.com

“Tarkovsky, salonun köşesinde oturmuş filmi seyrediyordu fakat film biter bitmez ayağa kalktı ve bana bakıp utangaç bir tebessümde bulundu. Ona “Çok iyi ve dehşet verici bir film.” dediğimde mahcup gibiydi fakat yüzü gülüyordu.”
İki usta yönetmen, Andrei Tarkovsky ve Akira Kurosawa arasında geçen bu olay, 1972 yılında Solaris filminin galasında yaşanıyor. Solaris gibi kült bir esere imza atmış yönetmen Tarkovsky, Kurosawa kendisini övdüğünde utanıyor. Tarkovsky’nin buradaki utancı yanlıştan yahut ayıptan kaynaklanmıyor elbette. O, alçakgönüllülük ve olgunluğun verdiği mahcubiyeti yaşıyor. Böbürlenmeye ihtiyaç duymuyor. Filmlerini çok sevdiği yönetmen dostundan övgü aldığında hafifçe tebessüm edip başını eğiyor.

Biz ise kendimizi olduğumuzdan farklı göstermeye çalışan insanlarız. Genellikle, sosyal medyalarımızda kendimize ait olmayan bir ‘ben’ yaratıyor ve birilerinin bu ‘ben’leri görmesini istiyoruz. İstiyoruz ki, orada yaşarken biraz da olsa gerçek kimliğimizden kurtulabilelim. İstemeyerek yaşadığımız hayatlarımızı bir nebze de olsa geride bırakabilelim.
Kendimizi olduğumuzdan farklı gösterme çabamız, “gösteri”ye dönüşüyor ve başkalarını işitmek ya da görmek istemiyoruz. Sadece bizim söylediklerimiz duyulsun, bizim gösterdiklerimiz görülsün istiyoruz. Ancak burada karşılaştığımız sorunu çözmek hayli güç. Çünkü yarattığımız kişiliğimizi doyurabilecek kadar söyleyecek sözümüz de yok, gösterebilecekiz varlığımız da.

Bu noktada devreye giren içi boş sözler, yaldızlı fotoğraflar ve –mış gibi yapmalar oluyor. Ki bunlar pek çok zaman buram buram sahtelik kokan, dekor olduğu her halinden anlaşılan sahneler olarak karşımıza çıkıyor. Sırf birilerinin bizi beğenmesi için yalan hayatlar sergiliyor olmamız utanç verici. Fakat, burada bahsettiğim utancın, ne yazık ki Tarkovsky’nin duyduğu utançla benzerliği yok.

Sürekli birilerine kendimizi anlatma, gösterme isteğimizin temelinde kendi zayıflığımızdan duyduğumuz korku yatıyor. Sıkıcı bulduğumuz gerçek yaşantımızı abartıp makyajlayarak başkalarının gözüne sokma çabamız, aslında ne denli çürük bir yapıya sahip olduğumuzu gösteriyor. Kendinden utanan insanlar olarak, gölgeler yaratma telaşındayız. Bizim gibi olmayan, varlığından utanmayacağımız gölgeler. Ancak, böyle bir şey mümkün mü? Necip Mahfuz, Hırsız ve Köpekler adlı romanında şu soruyu sorar: “Çarpık bir şeyin gölgesi düzelir mi?”

Bunca kalabalık içinde sık sık yalnız kalan ve yalnız kalmaktan bir hayli korkan insanlarız. Yalnız kalmaktan korkmamızın sebebi ise kendimizle baş başa kalıyor olmamız. Kendimize o kadar katlanamaz hale gelmişiz ki, tek başımıza kaldığımızda hemen ‘tek başınalığımızı’ paylaşma ihtiyacı hissediyoruz. Biriyle herhangi bir biçimde temasa geçip bir başımıza kalmadığımızı görmek istiyoruz. Oysa, Tarkovsky’ye “İnsanlara ne söylemek istersiniz?” diye sorulduğunda bakın ne cevap veriyor:

“Bilmem… Sanırım yalnız olmayı öğrenmeleri gerektiğini ve kendi başlarına mümkün olduğu kadar çok zaman geçirmek için uğraşmalarını söylemek isterim. Bugünün gençlerinin hatalarından biri gürültülü, bazen neredeyse agresif etkinliklerde bir araya gelmeye çalışmaları. Kendini yalnız hissetmemek için bu başkasıyla beraber olma arzusu bence çok talihsiz bir gösterge. Her insan çocukluktan itibaren kendiyle zaman geçirmeyi öğrenmeye ihtiyaç duyar. Yalnız olması gerekmez ama kendiyle kaldığında sıkılmamalıdır. Kendi kendine kaldıklarında sıkılan insanlar bana kendilerine verdikleri değer açısından bir tehlikenin içindeler gibi gelir.”

Tarkovsky, yalınlıkla ifade ediyor her şeyi. Yalnızlığın güzelliğini açıklıyor. Utanmamız gerekiyor sahte yaşantılarımızdan. Kendimizle yüzleşemememizden utanmamız gerekiyor. Utanmamız gereken o kadar çok şey var ki bugün, en ufak eşyamızı bile gösterme telaşında olan bizler, Kurosawa kendisini övdüğünde mahcup olan o insanın yanına bile yaklaşamıyoruz çoğu zaman.

Tarkovsky, son noktayı Solaris’ten bir replikle koyuyor:


“Utanç, insanlığı kurtaracak olan duygu.”