Ütopyanın, Platon’dan bugüne gelen uzun bir geçmişi var; buna karşın, Orwell’in 1984 örneğinde olduğu gibi, yakın tarihli gelecek kurgularının, ütopyadan çok distopyaya kaydıkları, gelecek açısından umut yerine umutsuzluğa dayandıklarını söylemek mümkün. Yalnız kitaplarda değil, sinema endüstrisinde bolca işlenen bilim-kurgu filmlerinde de gelecek hayalinin oldukça distopik olduğunu görüyoruz. “Neden böyledir” sorusu sorulabilir tabii! Buna verilecek farklı yanıtlar da olabilir; ancak yanıt ararken, yarattığımız bu dünya ahvalini en başa koymak gerektiği unutulamaz.

O nedenle yanıtı, en başta, yeryüzüne egemen hale gelmiş insan ile ırağı yakın, imkansızı mümkün kılan olanaklar-fırsatlar dünyasının, aynı zamanda çevreden insana uzanan kıyımlar, kaygılar, korkular dünyası olmasında aramak doğru olur diye düşünüyorum.

Bu dünyada, daha önce de yazmıştım, ütopyalar artık reklamlarda!... Yalnız krediler, evler, arabalar değil, aynı zamanda sevgi, aşk, mutluluk da vaat edilmekte reklamlarla. Reklamlar, şen, şakrak, kaygısız, kuşkusuz insanlarla dolu; gerçek dünyada ise kaygılar, kuşkularla karanlıklar yaşanmakta.

Karanlıklar dememi abartı saymayın. Çünkü gerçek dünyada, bir yanda büyük eşitsizlik ve adaletsizlik, öte yanda savaş ve çatışmayı; bir yanda adaletsiz paylaşım, öte yanda yeryüzünün sınırlarının çaldığı alarmları mümkün değil. Örneğin birileri, yeryüzünün sınırlarını zorlayıp hepimizi tehlikeye attığı gibi, insanın sınırlarını da zorlayıp hepimizi savaş gibi, çatışma gibi, işsizlik gibi, yoksulluk gibi yıkımların yol açtığı tehdit ve tehlikelere maruz bırakmakta. Küresel ısınma ve iklim değişiklikleri ile fanatik İslam gibi akımları, siz neye yorarsınız, bilemem; ama kendi adıma, bunların hepsinin, bu dünyada üretimden tüketime, paylaşmadan yönetime kadar çok yönlü değişimlerin gerekliliğini haykırdığını düşünmekteyim.

Ve G20’ler toplanıyor! Ne için derseniz; hayırlı bir karar, bir geri dönüş için mi; hayır! Günümüzün hegemonik, eşitsiz ve adaletsiz dünyasını nasıl sürdürebiliriz derdinin ötesi yok. Bu derdin, yeni çatışma ve savaşları göze alma anlamına geldiği de bilinmiyor değil!

Evet bu dünyada kurtarılmış adacıklar var ama onların bile, daha ne kadar kapılarını zorlayan tehditler ve tehlikelere karşı durabilecekleri bilinmemekte! Evet, Batı gibi küçük bir coğrafyada refahın yanında insan hakları, hukuk, demokrasi gibi bazı değerlerin hayat bulduğunu görüyoruz ama hem bu değerlerin yeryüzünde ve öteki toplumlarda hayat bulmalarının önündeki engeller hem de Batı toplumları içinde de var olan ırk, renk, dil, din gibi ayırımlar nedeniyle tehdit altında olduklarına kuşku yok. İçlerinde yükselen yeni seslerin, bu ülkeleri fanatizmin, milliyetçiliğin ve kısıtlanacak hakların kucağına düşürmesi de, çok sürpriz olmaz!

Özetle, ayrıcalıklı konumunu yitirmek istemeyen Batı’nın ve iddialarının, dünya ve insanlık için umut olma olasılığı her geçen gün azalmakta. Aksine hegemonik ve kapitalist dünya, bir yandan kendi varlığı için durmadan daha fazlasına sahip olmak isteyen homo-econmicuslar üretmekte, öte yandan eşitsizlik ve adaletsizliği büyüterek ülkeleri de insanları da birbiriyle çatışmaya yönelttiğinden tehlikelerin arttığını düşünmek mümkün. Böyle bir dünyada, yalnız devletler değil insanlar da bir yandan güç, öte yandan zenginlik peşinde koşarken, korkular da peşlerini bırakmıyor kuşkusuz. Bu korkuların, köktenciliği, milliyetçiliği, dışlamayı, düşmanlığı arttırdığı da ortada.

Böyle bir dünyada çatışma ve savaşlar kaçınılmazdır; insanlık ve demokrasi gibi, ütopyalara da pek yer kaldığı söylenemez. Distopyaların gösterdiği de bu; bir yanda faşistleşmiş ya da faşizm tehlikesi altına girmiş rejimler, öte yandan bencilleşip körleşmiş, hatta ilkelleşip vahşiliğe kucak açmış insanlar...

Bugünün Türkiye’si için de hem tehditler ve tehlikeler hem umutsuzluklar artmaktadır. Hem kapitalizmin hem siyasal İslam’ın hem kişisel hırsların ve kinlerin kıskacı altında bir ülke olarak, körlükler ile kandırılmalar, bencillikler ile hırslar arasında kendi distopyasına doğru koştuğunu söylemek de mümkün.

O dedi, bu dedi ya da o oldu, bu oldu gibi hikayelere gitmeden, yalnızca alttaki başlıklara bakmak yeter!

KHK’larla yönetilen

Akademisyeninden gazetecisine tutuklama furyasına kapılmış

Durmadan yeni cadı kazanları kurup kaynatan

At izi ile it izinin birbirine karıştığının yetkililerce ifade edildiği

Muhalif düşünceye bedel ödetmenin bitmediği

Kapı kulluğuna razı olmayanın peşine düşüldüğü

Barışın değil savaşın peşine takılmış

Darbenin demokrasi diye yutturulmaya çalışıldığı

Bir ülke