Birbiri ardına süren hasret günleri, Yazgülü'nün derin bir uyku sonrası rüyaya gelmesiyle son bulmuştu

Üvey kalpli

CAN BİNALİ AYDIN / canbinaliay@gmail.com

İhsan özel bir şirkette fotokopi makinasının başında mesai bitimine kadar bildiri dağıtıyor, her akşam saat yedide işten çıkıp, on biri bulmadan Yazgülü'nün rüyasına giriyordu. Trafiğe kaldığı günler üstünü başını otobüste değiştiriyor, yetişemeyecek gibiyse mecbur rüyaya otobüsle giriyordu. Yalnız otobüs gibi yoğun metal yığınlarıyla rüyaya girmenin bazı handikapları vardı. Otobüs, rüyaya geçiş için, bir yıldız kuyruğunun gövdesinden ayrılma hızına ulaşmak zorundaydı. Yoksa yolcuların siluetleri ya eksik, ya silik çıkıyor; çoğu zaman burunsuz, gözsüz olarak varıyorlardı rüyaya. Bir insanın geçişi içinse gözden düşecek hıza ulaşması yeterdi. Aksi halde karadeliğe kapılıp, askıda kalabilirdi.

İhsan, gün boyu makinelerle savaşan yorgun bedeniyle yetişemeyeceğini anladığı zaman, bilinci, yol üstünde bulduğu çıkma bir bedenle rüyaya giriyor, fakat kendi kalbini, mutlaka ceketinin içinde götürüyordu. Yani böyle günler çıkma bedeninin öz kalbiydi İhsan. Kendine, iç güveysi gitmişti.

Yazgülü, başlarda alışamadığı bu garip halleri sonra sevimli bulmaya başlamıştı. Zaman zaman köpek oluyordu İhsan. Korkutmayacağını bilse havlayıp derdini anlatmaya hazır, secereli bir sokak köpeği. Onu ısrarından tanıyordu Yazgülü, başlarda su bile atmışlığı vardı üstüne. Sonra anlıyordu; her şeye rağmen orada öylece bekleyen sadık köpek, İhsan'dı.

Bazı geceler İhsan rüyaya beş on dakika erken giriyor, Yazgülü'nü üzebilecek yerleri değiştiriyordu.

Güneş dibe çökmüş batacak gibiyse tortusunu karıştırıp, yaldızını parklara, bahçelere bulaştırıyor; günü, yirmi dört saat gündüz yapıyordu. Olgun elmaları yüklediği sıska dallara, bel verdirip sunuyordu. Kimi gecelerse saatler geçiyor, Yazgülü bir türlü uykuya dalamıyordu. Uyku, en çok, ona ihtiyaç duyulan anlarda gelmiyordu. İhsan, aynalarla dolu bir odadaymışcasına kendine gidip gelirken; Yazgülü uykuya dalabilmek için evdeki tüm odaları deniyordu. Girdiği her odada uyumaya çalışıyor, her birinde birer saat yatamıyor, kimi zaman İhsan'ı hiç göremeden geceyi sabah ediyordu. Böyle zamanlarda çok üzülüyor fakat tutuyordu kendini İhsan. Yazgülü'nün bilerek gelmiyor olabileceği fikrini hemen savuşturuyordu zihninden. Biliyordu, insan bir kez rüyada kırılırsa, sonsuzu dek sürer. İhsan, Yazgülü'nün gelmediği geceler her an gelir umuduyla rüyadan hiç çıkmıyor, rüyalarda uyunamadığından gözlerinden uyku süzüle süzüle yarı baygın gidiyordu işe.

Birbiri ardına süren hasret günleri, Yazgülü'nün derin bir uyku sonrası rüyaya gelmesiyle son bulmuştu. Sonunda rüyaya gelmişti fakat, büyük korkularını da birlikte getirmişti.

Etrafında onu bir kafes gibi çevreleyen altı metrelik bir kaygı duvarı oluşmuştu. İhsan, duvarın yok olması için Yazgülü'nün ona kuşkusuz güvenmesi gerektiğini söylüyor; duyduğu tüm yeminler, ağlamaklı feryatlara rağmen Yazgülü'ne inanmıyordu. İnanmıyordu çünkü, duvar bir türlü kaybolmuyordu. Sonunda ona olan güvenini sorgulayan İhsan'a patlamıştı Yazügülü:

''Her seferinde ayrı bedenle geliyorsun, çoğu zaman kolun, bacağın eksik! Kim için geliyorum ben buraya? Ne için geliyorum sanıyorsun? İhsan, sen buraya çoğu zaman yarım geliyorsun, bense her seferinde bulabildiğim yarımın için! Yeter artık, üvey kalpli!''

İhsan sarsılmış, daha ne olduğunu bile anlayamadan duvar birdenbire üç metreye düşmüştü. Zıplayıp Yazgülü'nü bir anlık gördüğündeyse, daha ayakları yere değmeden duvar kaybolmuştu. Demek bunlar İhsan'ın kaygılarıydı. Yazgülü'nü kaybetmekten korktuğu için, kaygısı duvarı da ona örüyordu. Bunu farkettikten sonra korkularından kurtulamadı İhsan ama, yatıştırmasını bildi. Bazen acabayla bir şüpheye yöneliyor, akabinde oluşan bir metrelik duvara el ele oturuyorlardı. İhsan şüpheyi derinleştirerek, duvarı altı-yedi metreye çıkartıyor; kimi zaman üzerinde balık tutuyor, kimi zaman da patlamış mısır yiyorlardı.