Bauman, bir sosyolog ve düşünür olarak, günümüzde yaşanan sorunların sorumluluğunu kurumlardan alıp tek tek bireylere ve onların benliklerindeki yetersizliğe yüklemenin yanlışlığının altını çiziyordu ‘Bireyselleşmiş Toplum’ adlı kitabında. Benzer bir şeyi iktidar da yapıyor, salgının yayılmasındaki sorumluluğu tek tek bireylerin üzerine yıkıyor, “Biz elimizden geleni fazlasıyla yaptık, siz maske takmıyor, mesafeye ve temizliğe önem vermiyorsanız yapacak bir şey yok” dercesine…

Tüketim toplumunun, gerçekte kendisine karşı, yani toplumsallığı tahrip etmek üzerine geliştiğini uzun zamandır deneyimliyoruz. Toplumsal bağlar zayıflaştıkça, bireylerin üstesinden gelmeleri gereken sorunlar da artmış durumda. Bazı popüler şarkıcıların şarkı sözlerinde ya da medyada sıklıkla dile getirilen “Ne istersen o olabilirsin, yeter ki aklını çalıştır ve iste” minvalinde sözlerle yanılsamalı bir özgürlük hissi ve içi boş bir bireysellik boca ediliyor. Bu hileli bir durum, çünkü insanların gerçek potansiyellerini tahrif edip toplumun ve kurumların eğitim başta olmak üzere kendi yükümlülüklerini yerine getirmeyip her şey sanki o kişinin arzusu ve yeteneğiyle ilişkiliymiş gibi bir hava yaratılır. Üniversite sınavında birinci olan, eğitim olanağı kısıtlı çoban genç gibi haberler aracılığıyla da bu algı güçlendirilir, istisnai durumlar normalleştirilir. Sanki birisi başarılı olamıyorsa bu onun suçudur. Hâlbuki kendilerinin dışında, egemen olan güçlerin belirlediği kurallara uygun olarak davranmak zorundalar ve o kurallar yine egemen olanın çıkarına göre şekillenir. Üstelik, kendi yaşamlarına bakıp arzularını tanıyarak içinde bulundukları kuralları öğrenerek bir strateji belirlemeleri de güçtür. Psikoterapi, biraz da bu yüzden gittikçe önemini arttırıyor toplumsal hayat içinde. Çünkü bu kurallar, illa formel bir biçimde de olmaz, önceden ayarlanmış ve biçimlendirilmiş gündelik hayata kapılmak bile bir tür beyin yıkama etkisine neden olur, kişi neyi neden yaptığını anlayamadan kaybolup gider ‘şey’lerin ve kışkırtılan ama tatmin edilemeyen arzuların çatışması içinde.

BEDEL ÖDEMEYİ GÖZE ALACAK

Bauman, Bourdieu’nun toplumsal ilişkilerde ‘iğretilik’ diye tanımladığı yeni bir durumun da tek tek bireylerin işini zorlaştırdığından bahsediyor kitabında. Geçmişin büyük ve hantal panaptikonları, gözetleyici ve nezaretçi kurumları terk edilmekte, internet arama motorlarındaki arama geçmişi ya da sosyal medya paylaşımlarıyla çeşitlenen ve daha derine inen gözetleme ve takiple birlikte, artık hareketin hızına kapılan, hiçbir insana ya da işe, yaşam alanına bağlanamayan, hiçbir yükümlülük altına girmek istemeyen bir bireysellik inşa edilir. Hareketlilik, esneklik ve sınırsızlık, bu yeni bireyselliğin temel özellikleri haline gelir. Bir zamanların reklam filmlerindeki ‘Özgür Kız’ gibi, sırt çantası ve banka kartıyla dünyayı gezen, çocuksu, tasasız... Ama bu yeni bireysellik durumları, pek çok hayal kırıklığına neden olduğu gibi, kişileri değersizlik duygularıyla da baş başa bırakır, yalnızsa kendisi yüzünden yalnız, zengin ya da başarılı olamamışsa kendisi yüzünden. Kurallar ve koşullar sürekli değiştiği için ve adapte olma çabası içinde kendi arzuları ve benliğinden uzaklaştığı için, gerçekte ne istediğini de bilemiyordur artık. Kişisel gelişim endüstrisi, ‘kullan at’ niteliğine sahip sahte kendilikler üretse de, sahte kendiliklerin özelliği de kolay dağılır olmasıdır, en ufak bir eleştiri ya da zorluk karşısında. Böyle bir durumda kişi ya yeni bir sahte kendilik ihtiyacı içinde olacak ya da her şeyi bir kenara bırakıp hakiki kendiliğine ulaşmak için bedel ödemeyi göze alacaktır.

SINIRSIZLIK, SINIRLANMAYA EVRİLDİ

Pandemi, hareketlilik ve hız yanılsamasını bozarak hayatımıza girdiğinden beri, işler epeyce bir karışmış durumda. Sınırsızlık, her anlamda sınırlanmaya bıraktı kendisini. Güvenlik ve özgürlük, yine karşı karşıya geldi ve dijital teknolojinin zihinsel ve bireysel özgürlüğe katkısının sanıldığından da az olduğu görüldü. Freud, bugünlerde sık sık hatırlanan kitabı ‘Uygarlığın Huzursuzluğu’nda, arzuların ve ihtiyaçların bastırılmasından, yani mutluluk olanağının bir bölümünden vazgeçerek mümkün olan uygarlığın, insanı üç büyük tehlikeden, kendi bünyemizden, dış dünyadan ve öteki insanlarla kurduğumuz ilişkilerden kaynaklı içsel ve dışsal tehlikelerden korunmaya hizmet ettiğini yazmıştı. Günümüzde uygarlığın krizde olmasının nedeni de, bu üç büyük tehlikeden bireyi uygarlığın koruyamadığını pandemiyle birlikte deneyimlemiş olduk. Yaratılan bu bireysellik ve uygarlığın geliştiği noktada sahip olduğu yetersizlik, önümüzdeki günlerin ana siyasi ve toplumsal meselelerinden birisi olarak yerini alacak gibi görünüyor.