Siyaset Bilimci Pierre Hassner 11 Eylül saldırıları sonrasında yaptığı bir değerlendirmede uluslararası siyasette ortak paydası barbarlık olan ikili bir salınımdan söz eder; “barbarlığın soylulaştırılması” ve “soyluların barbarlaşması”!

“Soyluluk” ve “barbarlığı” tırnak içine alarak, bu jeopolitik özellikleri ağır basan tespitin bugün içinde bulunduğumuz “dünya durumunu” anlamak açısından önemli olduğunu öne süreceğim.

Öyle ya da böyle, bir çok çevre için 11 Eylül saldırıları, dini tonları yer yer gözardı edilerek, Batı’ya karşı Doğu’nun bir başkaldırısı olarak algılandı; başkaldırının liderliği ve mücadelesi kutsallaştırılıp, soylulaştırıldı.

Salınımın diğer tarafında, başta ABD olmak üzere Batı dünyasının insan haklarını, demokrasiyi kendi meziyetleri olarak gören “soylu” muktedirleri, bu tehdit algısını bahane ederek, hızla barbar uygulamalara yöneldiler. “Tehdit unsurlarına” karşı kullanılan Guantanamo Kampı bu saklanmayan barbarlığın mekânsal sembolü haline geldi.

Bu ikili salınım o günden bugüne durulmadı. Karmaşık bir sürecin sonunda Batı için olduğu kadar Türkiye için de soruna dönüşen IŞİD bu soylulaştırma projesinin bir parçası olarak yükseldi. İslam ülkelerinden olduğu kadar, gelişmiş ülkelerin metropollerinde de kendisini dışlanmış hisseden çok sayıda gencin emperyalist batıya karşı savaşmak için IŞİD saflarına katılması bu soylulaştırma projesinin başarısı olarak görülmelidir.

Aynı salınımın “soyluların barbarlaşması” tarafında ise en güncel ve çarpıcı örnek ABD’de başkanlık hedefine koşar adım giden Donald Trump. Trump’ın bir barbar olduğu tartışmasız. Ancak onu asıl önemli hale getiren bu barbarlığın toplumun geniş bir kesimlerinden onay alması.

Bir jeopolitik gerçeklik olarak bu ikili salınım Türkiye’de de önemli sonuçlar yarattı. Rastlantısal olmayan bir biçimde 2001 yılından başlayarak AKP çok farklı ölçeklerde soylulaştırma yönünde desteklendi. AKP’nin yakın zamana kadar daha radikal salınımları önlemeye yönelik ABD tarafından desteklendiğini hepimiz farkındayız. Ülke içinde ise soylulaştırma projesine “evet ama yetmezciler” tarafından verilen destek hafızlardan silinecek gibi değil!

Ancak geldiğimiz noktada, AKP projesinin hem Batı, hem de liberal çevreler için öngörülenden çok daha sancılı ve ötesinde bir durum yarattığını söyleyebiliriz. AKP’nin ve dolayısıyla memleketin içine düştüğü durum, ironik biçimde şu ünlü “Doğu ile Batı arasında sıkışmış jeopolitik konumu” hatırlatıyor!

Daha açık biçimde ifade etmek gerekirse; AKP içinde bir süredir su yüzüne çıkan mücadelelerin yol açtığı bölünme ve tasfiyelerin gerisinde bu projenin içinde yukarıda söz ettiğimiz iki barbarlıktan hangisine yakın durulacağı konusunda yaşanan görüş ayrılıkları var. Bir yanda IŞİD’e duyulan sempati varsa, diğer tarafta İstanbul semalarını “süsleyen” Trump Towers var. Bir tarafta Kasımpaşalı duruyorsa, diğer tarafta Pensilvanyalı saf tutuyor. Bu saflaşmaların ortasında, “jeopolitik uzmanı” Davutoğlu’nun gerekli izinleri almadan Obama’dan randevu isteyerek, tasfiyesine altyapı hazırlaması nereden bakarsanız bakın traji komik!

Söz konusu jeopolitik yarılma ve ayrışmada milliyetçi refleksin anti-Amerikancılık gerekçesiyle Erdoğan yanında saf tutması tam da bu temelde gayet anlaşılabilir. Bu tür bir pozisyon Erdoğan açısından sürdürülebilir mi, öngörmek zor. Ancak Ancak şu bir gerçek; Erdoğan içinde bulunduğu bütün olumsuz koşullara karşın, toplumun dikkate değer bir kesiminden destek alabiliyorsa, bunda yukarıda sözünü ettiğimiz soylulaştırma projesinin tabanda hala kabul görüyor olmasının önemli bir payı var. Geniş bir kesim Erdoğan’ı meydan okuyan bir karizmatik lider olarak görüyor, görmek istiyor.


Tam da bu noktada, Trump ile Erdoğan arasındaki benzeşmeye dikkat çekmek gerekiyor. Biz onları ve görüşlerini tehlikeli bulabiliriz; ancak asıl tehlikeli hale gelen bu görüşlerin toplum(lar)da geniş destek buluyor olması. Asıl kafa yorulması gereken de bu durum!