Uygulayın demeye devam edeceğiz

Doç. Dr. Özge Yücel

Türkiye Cumhuriyeti’nin yürütme organı, Türkiye hariç 33 devletin onayladığı, 12 devletin ise imzaladığı ancak henüz onay sürecini tamamlamadığı İstanbul Sözleşmesi’ne artık taraf olmadığını ilan ediyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasama organının oybirliğiyle iç hukukumuzun parçası haline getirdiği insan hakları sözleşmesi yasama organına sorulmaksızın devre dışı bırakılmaya çalışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin yargı organı da oyçokluğuyla aldığı yürütmeyi durdurma talebinin reddi kararıyla “tek yetkili Cumhurbaşkanıdır” dedi. Alınan bu kararlar uzun zamandır Türkiye’de hukukun değil kişilerin üstün olduğu gerçeğini toplumla, halkla çatışma pahasına resmileştirdi.

Milyonlarca insanın yaşamını, onurunu koruma konusunda devletlere yükümlülük yükleyen, yol gösteren, şiddetin sebebini de reçetesini de kapsamlı biçimde anlatan, evrensel olma yolunda ilerleyen İstanbul Sözleşmesi’ni tek bir kişinin yırtıp atması, yargıçların da bunu normalleştirmesi, bu ülkede hukuk ve demokrasi kültürünün aslında hiç olmadığını göstermiştir.

Her ne kadar İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız yok deseler de mevcut yasalar İstanbul Sözleşmesi’nin yerine geçebilecek nitelikte değildir. 6284 sayılı yasa, İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü dört ilkeden yalnızca risk altındaki bireyleri “koruma” ilkesinin gereğini yerine getirmeye yöneliktir. Ancak “önleme”, “kovuşturma” ve özellikle “bütüncül politikalar izleme” ilkelerinin içeriği halihazırda Türkiye’de yalnızca Anayasa’nın çerçeve niteliğindeki soyut hükümlerinde okunabilir. Soyut ve çerçeve hükümler uygulamada yer bulmamaktadır. Oysa İstanbul Sözleşmesi doğrudan erişilebilir sığınakların açılmasını, cinsel şiddet kriz merkezlerinin açılmasını, mağdurlara konut sağlanmasını emretmektedir. Dahası kadına yönelik şiddete karşı da çocuklara yönelik istismara karşı da bu zamana dek etkili bir siyasal iradenin oluşmadığı açıktır, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek bu siyasal iradeyi göstermek istememenin açık ifadesidir. Bu durum mevcut kazanımlarımızı da tehlikeye düşürecek kadar kaygı vericidir.

İstanbul Sözleşmesi’nde öngörülen ilkeler, Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW) Komitesi’nin 35 No’lu Genel Tavsiye Kararında da açıkça ilan edildiği üzere artık uluslararası teamül hukukunun gereğidir. Uluslararası teamül hukuku, uluslararası hukukun asli kaynağıdır, bağlayıcıdır. Teamül kurallarına hukuk kuralı niteliğini kazandıran, bunların uygulanması veya benimsenmesi konusundaki kararlılık yanında bağlayıcı olduğu yolunda duyulan inançtır. Birleşmiş Milletler Komitesi açıkça bu ilkeleri uluslararası teamül hukuku kuralları olarak açıklayarak bunun tüm devletleri bağlayıcı olduğunu ilan etmiş durumdadır.

Kadına karşı şiddetin ister özel alanda ister kamusal alanda olsun politik ve kamusal bir mesele olduğu artık tartışmasızdır, devletlerin şiddet mağdurlarını fail ister aileden olsun ister tanımadığı biri olsun en etkili şekilde korumak zorunda olduğu da tartışmasızdır. Şiddetle mücadele meselesi aile meselesi değildir, insanı her durumda, her koşulda, her ilişkide şiddetten koruma meselesidir. Şiddetin beslendiği güç ilişkilerini fark ederek eşitlik için mücadele vermektir. Bu ilkeleri en kapsamlı biçimde anlatan İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya devam edeceğiz. Ama bu ilkeler ayrımcılığın karşısında konumlanan CEDAW’da da var, çocukların cinsel istismarının karşısında konumlanan Lanzarote Sözleşmesi’nde de var, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarında da var, binlerce metinde, sözde, kararda, eylemde İstanbul Sözleşmesi’nin ilkeleri dile gelmektedir. Bu ilkeler artık halkındır, dünya halklarınındır. Kimsenin gücü bunları silmeye yetmeyecek.