Doğu Türkistan ya da Resmi adıyla Çin Sincan Uygur Özerk Bölgesi hakkında haberler Türkiye’de zaman zaman gündemde üst sıralara çıkar. Ardından sosyal medyada çok büyük kısmı yalanlarla süslenmiş bilgiler saçılır ortalığa. Sonra da Çinli zannedilen Koreli, Japon turistler ya da bazen bizzat Türkiyeli Uygurlara dayak atılma haberleri gelir. Ciddi insan hakları gözlem kuruluşları ve bilenen tanıklıklar yerine sosyal medya uydurmaları Doğu Türkistan haberlerinin yaklaşık yüzde 95’ni oluşturur.

Zira bu iç gündemli sözde gösterilerde asıl amaç Uygurlarla dayanışmak değil, en başta Kürtlere yada farklı düşünenlere karşı bayrak sallamak tehdit savurmaktır. Gerçek protestolar gerçek resimler, gerçek isimler ve gerçek haberlere dayanarak yapılır. “Çin Zulmü” haberlerinin yalanlarla dolu olması bu olayların olmadığının değil, Türkiye’deki habercilerin bu konuda gerçek bir derdinin olmadığının delilidir.

Ancak Çin Zulmü haberlerinin gerçeği yansıtan yüzde yüzde 5’lik kısmı bile tüyler ürpertici, kabul edilemez ve insanlık dışıdır. Çin, Tibet’te olduğu gibi Doğu Türkistan’da da artık saklaması mümkün olmayacak sayıda ve şiddette etnik ayrımcılık ve insan hakkı ihlaline imza atmış durumdadır.

AKADEMİSYENLER İZOLASYON KAMPLARINDA

Kişisel olarak da bunların bir kısmına tanık olmam, şahsen tanıdığım, Urumçi Üniversitesinden Rahile Dawut gibi saygın akademisyenlerin akıbetinin belirsiz olması gibi gelişmeler bu yazının kawleme alınmasını zorunlu kılmıştır. Türkiyeli Barış için Akademisyenler imza sürecinde adı sıkça duyulan Risk Altındaki Akademisyenler (Scholars at Risk) Ağı Rahile Dawut’tan iki yıldır haber alınamaması üzerine bir kampanya başlatmıştı. Antropolog akademisyen Rahile hanımdan başka çok sayıda başka akademisyen, müzisyen, iş insanı kadın ve erkek çok sayıda “sıradan” Uygur, adına ister toplama kampı, ister “yeniden-eğitim merkezi”, ister başka bir şey densin, çeşitli “merkezlerde” izole edilerek hukuk dışı hatta kanun dışı biçimde izolasyonda tutulmaktadır.

Çin isimleri tek tek sorulan bu barışçıl ve politikanın herhangi bir kanadı ile de ilgisi olmayan onlarca insan konusunda suskunluğunu sürdürmekte genel bir “devletin bekası, güvenlik, terör” ifadeleriyle olayı örtbas etmeye çalışmaktadır.

ÇİN’İ DESTEKLEYEN UTANÇ LİSTESİ

Geçtiğimiz hafta Birleşmiş Milletler'in (BM) İnsan Hakları Konseyi 44. Oturumunda Belarus'un, Çin'in Doğu Türkistan'da "teröre ve bölücü gruplara" karşı mücadelesini desteklediğini açıklayan mektubunu 46 ülke temsilcisi imzalamıştı. Aralarında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, Pakistan ve Filistin gibi ülkelerin de imzası bulunan mektupta, "Pekin'in, Sincan bölgesinde terörizm, bölücülük ve aşırıcılıkla mücadele etmek için aldığı önlemlerin bölge halkının insan haklarını güvence altına almasını takdir ediyoruz. Sincan'da son 3 buçuk yıldır hiç terör olayı yaşanmadı ve bölge yeniden huzur ve istikrara kavuştu" ifadeleri yer almıştı.

Türkiye bu utanç listesinde yer almadı ancak ilgili haberden birkaç gün sonra HDP milletvekilinin sözleri AKP ve MHP’nin konu hakkındaki tutumunun daha da utanç verici düzeyde olduğunu gösterdi: CHP ve İYİ Parti’nin, “Çin’in baskıcı uygulamalarına maruz kalan Uygur Türklerinin sorunlarının araştırılmasına” ilişkin teklifi Cumhur İttifakı oylarıyla reddedildiği bileşimde söz alan HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu "Uygur Türklerinin de hakkını savunan bir partiyiz ve iktidarın Uygur Türklerini sattığını düşünüyoruz. AK Parti ve MHP'siyle, 50 milyar dolar için bu satışın gerçekleştiğini net bir şeklide söylüyorum" ifadelerini kullanmıştı.

REEL POLİTİKA KALKANI

Gergerlioğlu’na yanıt veren MHP'li Akçay, "Ne yapacağız? Çin'e savaş mı açacağız?" diyerek “tepki” göstermişti. Milliyetçiliğin “milletini sevmek değil başkasından, özellikle azınlıklardan ve komşu halklardan nefret etmek olduğunu” bir kez daha gösteren bu yaklaşım ne yeni, ne de Doğu Türkistan meselesi ile sınırlıdır. 2015 yazında IŞİD saldırırken Iraklı Türkmenler konusunda da aynı gruplar aynı tutumu benimsemişlerdi. Telaferli Türkmenlerden sağ kalanlar Türkiye’ye değil Güney Irak’a sığınmışlardı. Türkiye dışında yaşayan en büyük Türk grubu olan İranlı Türklerin (hiçbir zaman şiddet ve ayrılıkçılık içermediği halde) anadilde eğitim gibi hiçbir talebinin bu çevrelerce dile getirilmediğini de belirtelim. Daha pek çok örnek bunlara eklenebilir elbette.

Çeşitli zamanlarda milliyetçilik ilerlemeci ve gerici, demokratik ve otoriteryen, özgürleştirici ve baskıcı, solcu ve sağcı olmuştur. 19 yüzyıldan bu yana milliyetçilik “kendin için istediği özürlük, refah ve özyönetimi tüm diğer milletler için de istemek” olmaktan çıkıp gerici boğucu ve nefret dolu bir paradigmaya dönüşmüştür büyük ölçüde. AKP ve MHP’nin milliyetçiliği bundan başka bir şey değildir.

Sabah Akşam Eyy Amerika, Eyy Fransa diyen mecralar Eyyy Çin diyebilmiş midir? Hatta demek istemiş midir?

'KILIÇ HAKKI' KARDEŞLİĞİ!

Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesi ile yeniden öne çıkan fetihçi ideoloji, fethedenin “kılıç hakkı”na dayanarak hükmettiği topraklardaki insanlar, onların mabetleri ve kültürleri hakkında “egemenlik” sahibi oldukları tezi, demek ki o kadar da “yerli ve milli” değilmiş. Çin egemenleri de ayrımcı milliyetçilikleri için kendi “kılıç haklarını” kullanıyorlar. Temel insan haklarını hiçe sayan bu zihniyet Pekin’in yanında Riyad’ı , İslamabad’ı ve Ankara’yı da alan bir gerici milliyetçilikler dayanışması olarak ticaretle perçinleniyor.

Uygurlar yani Doğu Türkistanlılar ne Pekin’in şovenizmine, ne İslamcıların gericiliğine, ne milliyetçilerin sahte dayanışmasına ve araçsallaştırmasına teslim edilemez.