Cinsel şiddet, ruhun mahpushanesidir. Müebbet esirliktir. Varlığı ve meşruiyeti kahredicidir. Yüzleşemediğimiz; insani, vicdani, toplumsal, kamusal ve dinsel hasarlarımızdır. Üstü çabukça örtülür. Ama ardında bıraktığı ruhsal ve bedensel tahribatların izleri kalıcıdır, silinmez. Kadının ve çocuğun Kerbela’sıdır. Bilinenin ötesinde devasadır. Bir buz dağı misali, görünmeyen kısmı kadının ve kız çocuklarının cehennemidir.

Oysa cinsel şiddet zulmünü görünür kılmak için ses çıkarmalı, konuşmalı, yazmalı ve tahribatları azaltmaya, bitirmeye yönelik mücadele etmeli. Toplumsal cinnet geçirdiğimiz şu tımarhaneden çıkıp, sağlıklı bir toplumsal dönüşümü insan ve hak temelli sağlamak için konuşmaya ihtiyacımız var.

Çünkü giderek artan yozlaşma en önemli toplumsal ve kişisel dertlerimizin başında yer almaya başladı. Gerçek şu; laik yaşam, insan haklarına ve onuruna saygının olmadığı ve öğretilmediği yerde, her türlü rezilliğe ve gericiliğe kapı açılır. Suça dinsel referanslarla meşruluk kazandıran iğrenç açıklamalar, fetvalar ve yargı kararları ruhumuzu, bedenimizi ve hayatımızı kuşatır. Her yeni güne, kadın ve çocuk kurbanların acı hikâyeleriyle uyanırız.

Toplum olarak sıradanlaştırdığımız tüm kötülükler gibi, cinsel şiddeti de kanıksıyoruz. Kanıksadıkça da, iğrençlikler ve kötülükler kazanıyor. Kurban yaşadıklarıyla kendi hücresine hapsolmuş, acısıyla kuşatılmış ruhunda işkence çekiyor.

Ateş düştüğü yeri yaktığı için, cinsel şiddetin kötülükleri sıradanlaşıyor. Kadının ve kız çocuklarının bedenleri ve giyimleri “tahrik nedeni” gösteriliyor. Bu dinsel referanslarla meşrulaştırılıyor.

Suç meşrulaştırılarak, hastalıklı bir toplum yaratılıyor. Oysa suçların ve kötülüklerin meşru görüldüğü iğrençlik içindeki karanlıkta yaşamaya itiraz edilmeli. Çocuk ve insan hakları derslerinden mahrum kalmış eğitim sistemi, çocuklara susmayı ve itaat etmeyi öğreten müfredatlarla doludur. Suça karşı hak temelli haykırmayı öğretmelidir.

Sustuğumuz, vicdansızlıklardır.

Peki, Adana’da yaşanan vicdansızlık? Cinsel şiddetin nasıl bir iğrençlik olduğuna tanık olmadık mı?

Fail bir “baba” ve bir “eş”! Hem kanser hastası eşini, hem de 4.5 yaşındaki kızını sistematik cinsel şiddete ve istismara maruz bırakıyor. Bir başka kadına cinsel saldırıdan dolayı da, 2 yıl 10 ay mahkûmiyeti var.

Anne kanser hastası. Kız çocuğu ise ses çıkaramayan, karşı koyamayan, korumasız, masum… Maruz kaldıkları cinsel şiddet ve onur kırılması, onların gündelik hayatını zehirleyen yaşamın parçası haline geliyor.

Cinsel şiddet suçlarına, “iyi hal” ve “tahrik indirimi” yapılırsa, ulema 9 yaş evliliklerini caiz görürse, şeyhler kadın ve çocuk bedenini ve giyimini lanetlerse, faile hane içi ya da dışı kurbanlarını seçmek kalır.

Cinsel şiddet hepimizin hikâyesidir. Susarak, kanıksayarak, kötülükleri sıradanlaştırarak suç işliyoruz.

Susarsak, kadının ve çocuğun payına düşen acı hikâye, fail için zevkli bir hikâyeye dönüşecek. Faili sarsmayacak, onu mağdurlaştırmayacak. Tecavüzcü kaybetmeyecek.

O adam her daim erkek olarak iktidarda. Bekaretini, namusunu, şanını ve şerefine hep koruyacak! Sadece kurban “kaybetmiş” olacak! Çünkü o kadın ve çocuk!

Tecavüzcü fail kirlenmeyecek. O kendisini hiç zaman “şerefsiz ve namussuz” hissetmeyecek. Oysa kocası tarafından cinsel şiddet maruz kalan kadın, babası tarafından cinsel istismara maruz kalmış 4.5 yaşındaki kız çocuğu sarsılacak.

Çocuk ve kadın acı hikayesinin derin travmasıyla baş başa kalacak. Sahipsizliği ve sahiplenmemeyi en çok o bilecek. Herkesten kaçıp kendisini hücresine hapsedecek. Cehenneme dönmüş karanlık ateşin içinde her gün yanıp tutuşacak.

Cinsel şiddet, taciz ve tecavüzdür. Ömür boyu izi kalan acı bir hikâyedir. Bitmeyen travmadır. Çünkü cinsel şiddet kadının ve çocukların fiziksel ve psikolojik bütünlüğüne yönelik zalimce saldırıdır.

En derin dipsiz kuyularda, kadını travmasıyla yaşamaya mahkûm etmektir. Uykusuz gecelerin adıdır. Terler içinde uyandıran kâbusun adı. Ruhun derinliklerine işlenmiş yaralardır.

Hayatında unutulmayacak, kapanmayacak, silinmeyecek, iyileşmeyecek ve kalbinde her daim kanayacak acı hikâyenin izidir, cinsel şiddet. Kendisine “kirli” bakan gözlerden kaçıp sığınacak kuytu köşeler arayacak. “Namussuz” konuşan sözler karşısından kulakları zonklayacak ve lal kalacak.

Cinsel şiddet, kadının ve çocuğun kalbinde, teninde ve ruhunda her dakika, her saat, her gün taşıdığın ağır bir yüke ve kâbusa dönüşecek.

Mahalle baskısıyla kirlenmiş hissedecek. Suçsuz ve mağdur olmasına rağmen kendisini suçlayacak. Huzuru kalmayacak. Hani olurda biri laf eder diye “milli din, namus, şeref, örf ve adetleri” gözetecek.

Her gün ağlayacak, korkacak, güvenmeyecek, tiksinerek yaşayacak, saatlerce yıkanacak. Tenine ve ruhuna kadar işlemiş kiri yıkamak için kazan dolusu sular dökecek tenine.

Oysa temiz olan kadın, temiz olan çocuk. Kirli olan fail, kirli olan kadını ve çocukları koruyamayan din, devlet ve erkek egemenliğidir.

Ama nafile! Kadın ve çocuk buna inanmayacak! Daha çok su dökecek tenine, yıkadıkça, keseledikçe teninde kiri, derileriyle birlikte kaldıracak, acısı ve hikâyeleri yine kanayacak.

Toplumsal duyarsızlık artıyor. Cinsel şiddet karşısında “bana ne” diyemeyiz.

Yozlaşma artıyor. Kör bakamayız. Sessiz kalamayız. Bir daha kadınların ve çocukların ruhları kanamasın diye, sesimizi herkes duyacak şekilde konuşalım, bağıralım!

Cinsel şiddete ve kötülüklere karşı susmayı ve kanıksamayı değil, birlikte ses çıkarmayı öğrenelim ve çocuklara haklarıyla ses çıkartmasını öğretelim.