James Joyce tamamen delice bir fikrin peşinde koşarak neredeyse okunamaz bir roman olan ‘Finnegans Wake’ yazdığı dönemde

James Joyce tamamen delice bir fikrin peşinde koşarak neredeyse okunamaz bir roman olan ‘Finnegans Wake’ yazdığı dönemde bu kitap için “ideal bir uykusuzluktan mustarip ideal okuyucuyu” bulabileceğine inandığını söylemiş. Kendisinin de bu kitabı gecelerce uykusuz kalarak yazdığını düşünürsek, onu bu talebinde haklı bulabiliriz.

Geçenler de ben de uykusuzluğuma ilaç olacak kitabı ararıyordum ki (‘Finnegans Wake’i denedim: uykumu iyice kaçırıyor), aklıma kendileri de uykusuzluk çeken roman karakterleri geldi.

Aslına bakarsanız, onları hatırlamak hiç de zor olmadı. Çünkü roman kahramanının hası pek uyumaz. Geceleri ruh gibi dolaşır. Julien Sorel’den Raskolnikov’a böyledir bu. İyi bir gerekçesi yoksa, roman kahramanı illa ki uykusuzluk çekecektir. Bir derdi vardır çünkü. Büyük sulara açılmaya cesaret etmiştir, olmayacak birine aşık olmuştur, birini öldürmüştür, ya da, ironi bu ya, kendisi de bir roman kahramanı olmaya karar vermiştir. Bu sonuncusu en kötüsüdür. Hep felaketle sonuçlanır.

Bunun istisnaları yok mu? Uyumakta sıkıntı çekmeyen roman karakterleri de var tabii. Mesela, Oblomov ondokuzuncu yüzyıl Rusya’sında bir toprak ağasıdır ve uykusunu kaçıracak pek bir şey yoktur. Yiyip içip yatar. ‘Sönmüş Hayaller’de Balsac’ın unutulmaz karakteri Lucien de yaşadığı sefahat dolu hayatın neticesi olacak öğleye kadar uyur.

Yine de bunlar göz ardı edilebilecek kadar azdır bence. Roman karakterleri söz konusu olunca, aylaklığın bile bir adabı vardır. Öyle yan gelip yatmakla olmaz. İşin içine illa ki biraz volta atmak ve sigara içerek sabahlamak karışacaktır. ‘Aylak Adam’ın anonim karakteri C. pek uyku yüzü görmez. ‘Bozkırkurdu’nun Harry Haller’ını belli saatlerde yatıp kalkan bir adam olarak hayal etmek zordur. 60’larda New Orleans’ın göbeğinde yaşayan Ignatius Reilly de aylaktır ama ‘Alıklar Birliği’nde onun derdi uyumak değil, “kölelik düzeni” dediği iş hayatından mümkün olduğu kadar uzakta durmaktır.

Velhasılı kelam, uyuyan adamdan roman karakteri yaratamazsınız. Eğer Georges Perec değilseniz tabii. Ama o bambaşka bir hikayedir. Şimdi hiç girmeyelim.

Roman kişileri genellikle uyuyamazlar, çünkü tam da o nedenle roman kişisi olmuşlardır. Kurgusal karakterlerin hayatlarında onları değiştiren ya da zorlayan bir şeyler olup biter. Ya da biz onlara böyle bir zamanda rastlarız. Her gün altıda kalkıp onda yatağa giriyorsanız, başınıza bir şey gelme ihtimali düşüktür. Roman karakteri değil, ancak huzur evinde duvar saati olabilirsiniz.

Düşündüm de, uykunuzu kaçırabilecek hiç bir şey olmuyorsa, her şey biraz bayatlamış mıdır acaba?  Tolstoy’un dediği gibi “tok bir ineğin huzuruna” ulaşmışsınızdır artık. Karnınız tok, sırtınız pek, hayatınız vukuatsızdır.

Onun için, biraz uykusuzluk o kadar da fena bir şey sayılmaz belki. İnsan değişik iklimlere, yeniliklere, hayatını anlaşılmaz kılan olaylara böyle tepki verir.

Sevdiğiniz biri yoldan geleceği zaman heyecandan gözünüzü kırpmadığınız geceleri, tam dalacakken aklınıza gelen iyi bir fikir nedeniyle ayakta geçirdiğiniz saatleri, ya da vakit kaybı olacağını düşündüğünüz için uyumamayı tercih ettiğiniz zamanları düşünün. Hepsi kayda değer anlardır.

Her uykusuzluk bu kadar keyifli olmaz biliyorum. Kimi sadece yorucu ve sıkıcıdır. Ama yorgunluktan kızarmış gözlerinizle yatakta oradan oraya dönüp duruyor olsanız bile, yine de sevinebilirsiniz.

Demek ki bir şeyler oluyordur sizin yakada. Belli ki hayattasınızdır.