Duvardaki Sarmaşık Gibi/Diktatörlük Hücrelerinden Anılar.
İlk baskısı yirmi beş yıl önce Belge Yayınları’ndan yapılmıştı.
Kitabın yazarlarından Mauricio Rosencof da, bu vesileyle söyleşi için gelmişti İstanbul’a.
Nazilerden kaçıp Uruguay’a yerleşen Polonya Yahudisi bir aileden.
Tupamaros gerillası.
Hani şu geçen dönem Uruguay’ın, maaşını hayır kurumlarına dağıtan, 1987 model Vosvos’una binip şehir dışında küçük bir çiftlikte yaşayan, “dünyanın en fakir devlet başkanı” Jose Mujica’nın arkadaşı.
On üç yıl tek başına hücrelerde kalmışlar. Aralarında geliştirdikleri Mors alfabesiyle haberleşiyorlarmış hapishanede.
Söyleşisinin bir yerinde anlatmıştı.
Biz yıllarca silahlı eylem, suikast, soygun, adam kaçırma; şehir gerillacılığı yaptık…
Ama hiç bombalı eylem yapmadık.
Bombalar suçsuz insanlara zarar verebilir, çünkü.

•••

Önceki pazar günü, on üç yaşındaki Fırat Simpil Silvan’da mayınla parçalandığında Rosencof’un sözleri geldi aklıma.
Hemen ertesi gün de Diyarbakır Kulp Toplum Sağlığı Merkezi hekimi Dr. Abdullah Biroğul öldürüldü.
Yirmi yıl önce askerler köylerini yaktıkları için Diyarbakır’a göç eden inşaat işçisi bir babanın sekiz çocuğunun en büyüğüymüş.
Abim okusun diye geceleri aç yatıyorduk, demiş kız kardeşi.
Abim okusun diye geceleri aç yatıyorduk!..
Cerrahpaşa’dan mezun olur olmaz Diyarbakır’a dönmüş Abdullah.
O gün arabasıyla Kulp’tan gelirken araçları durduran PKK’lıları görünce korkup kaçmaya çalışmış.
Tarayıp öldürmüşler.
İlk açıklamalar ne kadar da tanıdıktı.
Sivil polis zannettik; kaçmaya çalıştı, vurduk.
Terörist zannettik; dur ihtarına uymadı, vurduk!..
Selahattin Demirtaş’ın olayı “ama”sız, “fakat”sız lanetlemesi, nasıl da apaçık ortaya serdi her şeyi.

•••

Abdullah’tan dört gün önce bir başka sağlıkçı, hemşire Eyüp Ergen Cizre’de öldürülmüştü.
Dört gün sonra da Dersim’de çatışma bölgesine giden Sağlık Bakanlığı ambulansı hükümet güçlerince tarandı.
Bir acil tıp teknisyeni boynundan yaralandı…
Yaralılara müdahale etmeye çalışan doktorun kafasına silah dayandı…
112 Acil’de görevli Dr. Cihan Etgül de hastanede feci şekilde darp edildi.
Pazar gecesini de, Cizre’de hastaneye sığınan meslektaşlarımızın can güvenliği endişesiyle geçirdik gene.
Sağlıkçılara saldırıların ardı arkası kesilmiyor, kısacası.

•••

Benzer şeyler geçmişte de olurdu da, bu kadar yoğun olmazdı.
Tesadüf değil.
Geçmiştekinden en önemli fark…
Savaşın, Saray’ın başlattığı bu etabındaki çatışmalar, ağırlıklı olarak kırsalda değil, şehirlerde yaşanıyor.
Bu durumda bölgede görevli sağlıkçılar, hem bir vatandaş olarak hedef oluyorlar kurşunlara…
Hem de, görevleri nedeniyle, yaralılara ilk müdahaleyi yapmak için olay yerine gittiklerinde.
Yani, iki kat tehlike altındalar.
Dahası; çatışma bitse bile, öfkeden gözü dönmüş hükümet güçleri, hınçlarını sağlıkçılardan almaya çalışıyor…
Sarsılan otoritelerini tekrardan kurmak için sağlıkçılara saldırıyorlar.

•••

Oysa, tam da Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi…
Sağlıkçılara ve sağlıkla ilgili yerlere saldırılar en ahlaksız savaş koşullarında bile kabul edilemez.
Dokunulmazlıkları vardır.
Onlar, saltanat uğruna yapılan bu kanlı savaşın, bu acımasız vahşetin tarafı değiller, çünkü.
Onlar her daim ve sadece barıştan yanalar.
Onların bütün gayretleri ölümleri engellemek.
Uzak durun sağlıkçılardan!...