Yıllardır okullarda, sınıflarda neler oluyor, kimler çocukların beyinlerine hangi düşünceleri sokuyor ve her şeyden önemlisi de devletin bu konuda bir izleme/müdahale politikası var mı, soruları da önemli sorular değil mi? Bu tür belgesellerin okullarda gösterilip gösterilmediğinden emin miyiz?

Uzak ya da yakın ne fark eder?

Ayşe Alan

Koronavirüs salgını nedeniyle geçen hafta itibariyle “uzaktan eğitime” geçtik ve aynı hafta bu eğitimin süresi 30 Nisan’a kadar uzatıldı. Okulların kapanması kararının ardından MEB, tüm hazırlıkların yapıldığını, gerek EBA programı gerek TV üzerinden derslerin devam edeceğini duyurdu. Merakla beklenen yayının ilk gününe ortaokul çocuklarına gösterilen Adnan Menderes’in ayrıntılı idam sahnesi ve ilkokul çocuklarına gösterilen Selahaddin Eyyubi belgeselindeki kafa kesme ve şiddet görüntüleri damgasını vurdu. İkisi de animasyon şeklinde hazırlanmış, dersler arasındaki etkinlik kuşağı olarak düşünülen bir zaman diliminde gösterilmişti. Sadece bir gün şahit olduğumuz MEB uzaktan eğitiminin yansıması ne yazık ki bu oldu. Oysaki okullarda yıllardır öğrencilerin ne tip propaganda, manipülasyon ve yaşlarına hiç de uygun olmayan, benliklerine zarar veren içeriklerin tedrisatından geçtiklerini yazsak, sayfalara sığmaz. Tek fark, şimdi devlet kanalından izlenebilir olması.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk aynı gün bir açıklama yaparak kendisinin de bu görüntülerden haberdar olmadığını, gözünden kaçırdığını ve onaylamadığını söyledi. İyi de sorun tam da bu değil mi? Demek ki devletin eğitimi emanet ettiği kişiler için bu tür içerikleri üretmek gayet doğal. Milli Eğitim Bakanı’ndan yayımlanacak tüm içerikleri önceden izlemesi beklenemez ancak aynı okullarda olduğu gibi eğitimin emanet edildiği kişi ve kurumların sorumluluğu beklenebilir. Ziya Selçuk’un açıklamasının ardından konuyla ilgili soruşturma haberi geldi. Peki, yıllardır okullarda, sınıflarda neler oluyor, kimler çocukların beyinlerine hangi düşünceleri sokuyor ve her şeyden önemlisi de devletin bu konuda bir izleme/müdahale politikası var mı, soruları da önemli sorular değil mi? Bu tür belgesellerin okullarda gösterilip gösterilmediğinden emin miyiz?

Ziya Selçuk açıklamayı yaptı, soruşturma açıldı çünkü aileler tanıktı, paylaştı, eleştirdi. Sosyal medyada oluşan baskının da bunda etkisinin olduğu çok açık. Sıradan bir okul günü düşünelim. Öğrenciler herhangi bir etkinlik için bir araya gelmiş olsun ve onlara Demokrat Parti belgeseli izletilsin. Ailelerin bu durumdan haberdar olma ve müdahale edebilme şansı sizce ne kadardır? Unutmayalım ki okullarda bu tür içeriklere maruz bırakılan çocuklar savunmasız. Farkında olmadan, söz söyleyemeden derslerine devam ediyorlar. Bizler de yıllarca ölümü, savaşı yücelten şiirler, ders kitapları, marşlar, resmî törenlerle büyümedik mi? Bayrağımıza yan bakanın mezarını kazmadık mı mesela?

Eğitim ve militarizm ülkemizde hep kol kola idi. AKP’nin farkı söylemindeki “eğitimi sivilleştirme” idi. AKP İktidara geldiğinden itibaren en çok konuşulan konulardan biri askeri vesayetin kaldırılması olmuştu. Bunun eğitim sistemine yansıması ise Milli Güvenlik dersinin kaldırılması olarak kendini gösterdi.

Daha sonra kıyafet serbestliği ve andımızın kaldırılması gibi uygulamalar yapıldı. İktidarın iddiası bu tip politikalarla okulların daha sivil olduğu, öğrencilerimizin daha “serbest” bir ortamda eğitim almalarının sağlandığı idi. Peki, bugün eğitimimizin daha sivil olduğunu söylemek mümkün mü? Ölüm yerine yaşamın, savaş yerine barışın yüceltilmediği hiçbir eğitim sistemi sivil olamaz çünkü. İlkokul ve ortaokul öğrencilerinin etkinlik saatleri için başka türlü animasyonlar da gösterilebilirdi. Çocuklarla paylaşılabilecek o kadar konu varken Demokrat Parti konusunun seçilmesi bana hiç de masumane gelmiyor. Demokrat Parti konusu 8. sınıfın müfredatında yer alan bir konu. Dolayısıyla 5,6,7. sınıflar için en azından müfredat olarak alakasız, yani çocukların anlayabileceği düzeyde değil.

Ayrıca öğrencilerin izlediği idam sahnesinin, savaş ve ölüm sahnelerinin duygu ve düşünce dünyalarına da zarar vereceği, korku, kaygı düzeylerini yüksek tutacağı çok açık. Peki, 4. sınıftan başlayan din eğitiminin de çocukların duygu dünyalarına zarar vermeyeceğini söylemek mümkün müdür? Aynı şekilde, MEB’in müftülüklerle yürüttüğü projeleri; mesela Yalova’da müftülük eğitmenlerinin anaokullarını (4-6 yaş!) ziyaretini düşünelim. Bazı veliler çocuklarının kâbus görmeye başladığını söylemişti, bu eğitimden sonra beş yaşında bir oğlan çocuğu halasının elini günah diye tutmak istememişti. Tüm bunlar, bu ülkede birkaç ay önce yaşandı. Sadece çocuklara anlatılanları canlı yayında izlemedik. Fark bu! İdam sahnesi için sosyal medyada bolca “MEB’de pedagoji bilen yok mu?” tepkileri gördük. Mesele pedagoji bilmemek değil, mesele zihniyet meselesi. Çocukları küçük yaşta hem okul hem de çeşitli okul dışı projelerle dini eğitime maruz bırakmak onların duygu ve düşünce dünyalarını özgürce geliştirme haklarını ellerinden alıyor.

Bu noktada velilerin de okul ve derslerle ilgili algısının ve beklentisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Öğrencilerin hangi dersi ne kadar öğrendiği, hangi dersten notunun kaç olduğu, okulların merkezi sınavlara hazırlayıp hazırlamadığı kadar, hatta bunlardan çok daha önemli alanlar var bakmaları gereken. Irkçılıktan, cinsiyetçilikten, şiddetten, savaştan uzak bir eğitim alıp almadıklarının takipçisi olmalılar. Sanatçı Berna Laçin’in uzaktan eğitimdeki bu zararlı içeriklere ilişkin attığı tweet önemli idi. Laçin şöyle diyordu: “Şimdi ‘bu gerçek mi’ diye sorucam ve ‘boğaz kesmek tabii gerçek, çocuklar internette neler izliyor’ diyen Twitter sapkınları cevap yazacak! Küçücük çocuklara sahiden ders olarak bunlar mı gösteriliyor, peki okullarda neler öğretiliyordu acaba? Neler oluyor?” Laçin’in bu sorusu: “Peki, okullarda neler öğretiliyordu acaba?” Tam da bundan sonra çok daha yüksek sesle ve çok daha yakından takip ederek sormamız gereken soru. Ünlü eğitim filozofu Paulo Freire, “Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınamaz” der. Çocukların yaş düzeyine uygun olmayan, duygusal gelişimlerine zarar veren, manipüle eden, propagandaya maruz bırakan hiçbir şey önemsiz değildir ve küçük bir hata olarak görülemez. Bununla mücadele etmeden, çocuklarımızın özgür bireyler olarak yetişmesini sağlamamız mümkün olmayacak.