Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidarının son on yılında Türkiye AB’den uzaklaşmaktaydı.

Geçen Cuma AB liderleri toplantısından önce Erdoğan AB’nin alacağı Türkiye ile ilgili kararlar “bizi ırgalamaz” diyordu. Irgalamaz, bilirsiniz, kabaca etkilemez anlamına gelir. Oysa AB ilişkileri bu toplumu iliklerine dek etkiliyor.

Günlük tartışmaların kısırlığından kurtularak nesnel bakılırsa kolayca anlaşılır ki, AB’den uzaklaştıkça asıl kaybeden bu ülkenin halkı oluyor.

ÇOK IRGALIYOR, ÇOK!

Çünkü ülke, bağımsız ve tarafsız yargı anlayışından; açık, yarışmacı kamu ihale uygulamasından; halkına doğru bilgi veren devlet yönetimi ilkesinden ve çağdaş eğitimden giderek ve artan hızla uzaklaşıyor.

Eğer uzaklaşmasaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AİHM kararları için “karşı önlem alırız” diyemez, Selahattin Demirtaş için hiçbir yargı kararı yokken “o bir teröristtir” diye söz edemezdi. İktidarın küçük ortağı MHP, “HDP kapatılmalı” diye çırpınamazdı. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yargıya taşıdığı yolsuzluk dosyaları konusunda yayın yasağı konulamazdı.

AB’den uzaklaşma olmasaydı, kamu ihaleleri 5-6 çağrılı şirkete verilerek halkın ağır vergilerinden oluşan kaynaklar yanlış kullanılmazdı. TÜİK ekonomiyle ilgili istatistikleri, doğru hesaplar, devletin halkına yanlış bilgi vermesinin kurumu olmazdı. TÜİK’in enflasyon ölçümleri gerçeği yansıtsaydı bugünlerde görüşmeleri süren ve milyonlarca emekçinin geçimini bire bir ilgilendiren asgari ücret çok daha yüksek hesaplanacaktı. İki gün önce açıklanan işsizlik oranına inanan mı var?! Bu durumda ülke ekonomisi konusunda bilimsel çalışma yapılabilir mi?

Son bir noktaya değinelim. AB liderleri 11 Aralık toplantısında çevre kirliğinin azaltılması için somut kararlar aldı. Küresel iklim değişikliği nedeniyle 2020’de son yılların en kurak yılını yaşayan Türkiye’de ne oluyor dersiniz? Diyanet İşleri Başkanlığı halkı yağmur duasına çağırıyor.

Kısaca AB kararları, halkı ırgalıyor.

AŞI ŞAŞKINLIĞININ AB AYAĞI

COVİD-19’u yanlış yöneten iktidar, Avrupa bağlamında da çok büyük bir olanaktan bu toplumu yoksun bıraktı.

Bu ülkeden Almanya’ya göç etmiş olan iki emekçi ailenin çocukları Uğur Şahin ve Deniz Türeci insanlığı gerçekten sarsan çok büyük bir başarıya ulaştılar. Buldukları aşı, bu konuda dünyanın en önde gelen kurumlarından biri olan ABD Gıda ve İlaç İdaresi -FDA tarafından onaylandı. Pek çok ülkede kullanıma sokuldu, her ülke, toplam nüfusunun en az iki katı sayıda aşı siparişi verdi. Ulaştırma ve uygulama planları yapıldı üstelik çoğu ülke aşının ücretsiz olmasında kararlı.

COVİD şaşkını Türkiye, aşıyı kendi çocuklarından almayı başaramadı. Bu ülkede başta TÜBİTAK olmak üzere aşı çalışması yapanlar ya da Türkiye’nin AB’de bulunan kurumları neden Deniz-Uğur ikilisiyle işbirliği yapamıyor? Çünkü Türkiye AB’nin bilimine de, Evrim Kuramını ders kitaplarından çıkararak gözlerini çoktan kapamış bulunuyor. Bu ülkenin üzerine AKP betonu dökülmüş bulunan basın yayını ve üniversite çevreleri, Şahin-Türeci büyük başarısından tam bir ilkel duyarsızlıkla çok ama çok uzak duruyor.

Dahası, Şahin-Türeci başarısının Almanya ve ABD başta olmak üzere tüm dünyada göçmenlere karşı halkın bir bölümünde var olan ırkçı tutumu yumuşatabileceği konuşuluyor. Dünyanın eşitlikçi insanları ve bilim dünyası onları gururla alkışlıyor.

Uğur Şahin, Almanya’da bir otomobil fabrikası işçisinin Deniz Türeci de göçmen bir doktorun çocuğu. Alma olanağı buldukları özgür, yaratıcı ve bilimsel eğitim onları bu noktalara taşıyor. Deniz ve Uğur, ana babalarının Alman önyargılarına karşı verdikleri savaşımın ve aldıkları eğitimin sonrasında sahip oldukları pırıltıya Alman kurumlarının verdikleri desteğin üretimleridir. Bu özellikleriyle de çok yönlü örnek insan oluyorlar.

Deniz ve Uğur bu ülkenin çocuklarına ve gençlerine neden örnek olamıyor?

Çünkü Türkiye gerçekte AB’den değil, insanlığı insanlık yapan değerlerden hızla uzaklaştırılıyor!