Işık Tanrısı için mitoloji ile harmanlanmış enfes bir kurgu diyebiliriz. 1967 yılında yazılan eser 1968 yılında Hugo ve Nebula ödüllerini de aldı. Işık Tanrısı kendisinden 34 yıl sonra yazılan Amerikan Tanrılarına da ilham oldu. Neil Gaiman açıkça esere ve yazara atıflarda bulunur.

Uzay zaman çağının mitolojisi: Işık Tanrısı

ANIL ÖRÜN

İnsanlık tarihinden beri ortaya çıkan bilimsel gelişmeler ile çizilen düşler sonucunda bildiğimiz, kimsenin itiraz etmeyeceği bir tür olarak bilimkurgu edebiyatını düşünebiliriz. Bilimkurgu, temelden ve mantıktan uzaklaştığı an fantastik edebiyat türü içerisine girebilir. Temel ve mantığın sınırlarını zorlamak bilimkurgunun yegâne uğraşı olsa bile eserler içerisindeki bu öngörülerin gerçekleştiği de olmuştur, fantastik edebiyatta ise bu mümkün değildir. Bu sınırlar, edebiyatın erken dönemlerine doğru gittikçe daha da silikleşir.

İnsanlık, doğanın ona soyut düşünce bağışlaması sonucu olarak kendisini trajik bir durumda bulur. Bütün bu farklılıklara rağmen insanlar, sürekli bir kolektif yapı ile beraber hareket ederek ortak korku ve kaygıları ile bu fiziki kaçış noktası olarak bazı mitler üretmişlerdir. Bu mitler, fantastik edebiyatın ana kaynaklarından biri olmasının yanı sıra bilimkurgunun da fazlasıyla beslendiği bir alandır.

Birçok bilimkurgu yazarı mitoloji ile fazlasıyla ilgilenmiştir. Roger Zelazny bunun en önde gelen kişilerindendir hatta en önemli öznesidir. Uzakdoğu’dan, Ortadoğu’ya, Yunan ve dünya içerisinde mitleri bizlere ulaşmış her topluluğun hikâyelerini harmanlamıştır. Amber Yıllıkları serisi bunun en önemli örneklerindendir, yazar bu seri ile ülkemiz içerisindeki okuyucularına fazlasıyla ulaşmıştır.

Tüm eserlerinde antik dönem ile modern dünyanın çatışması, rüya ile gerçekliğin birbiriyle karışması gibi temalar mevcuttur.

Işık Tanrısı adlı kitabı ise direkt olarak Hint (Hindu) mitolojisinden üretmiştir. Bu mitler içerisinde bilimkurgunun uzun yıllardan beri kullandığı zamanda yolculuk, klonlanma, nükleer savaş, robotik beyin cerrahi minvalinde alt temalar mevcuttur.

Işık Tanrısı, dünyamızı terk edip bambaşka bir gezegene kurulan koloniyi anlatır. Kolonizasyon sürecinde mevcut teknoloji sayesinde bazı insanlar kendilerini tanrılaştırıp, Hint mitolojisindeki tanrıların vasıflarına erişirler ve Hint kast sistemine benzer bir yapı kurulur. Kitaptaki mevcut tanrıların tüm isimlerini Hint (Hindu) mitolojisinden alır.

Bu sistem içerisinde denge görevi gören daha vasıfsız kitap içerisinde yarı tanrı olarak adlandırılan bir toplam ile tüm bu yaşanılanlardan habersiz tanrılara ibadet ve hizmet etmekle yükümlü halk tabanı vardır.

Tüm bu dinamiklerin yıllardır sürdüğü çatışma döngüsel bir zaman içerisinde gözlemleriz. Bu düzen karşısında yer alan ve yarı tanrı olan Sam adlı karakterin hikâyesini onun ve başkalarının gözüyle dinleriz.

Yazar Arthur C. Clarke’ın ‘’Yeterince gelişmiş bir teknoloji, sihirden ayırt edilemez’’ sözü bu eserin en kısa özetidir.

Tanrılar, mutlak güçlerini nihai şekilde devam ettirebilmek için, halkın dualarına, ibadetlerine ihtiyaçları var. Bu eylemi bir enerjiye çevirebiliyorlar. Tanrıların bu hareketin devinimini diri tutmak zorundalar, çok sağlam bir mekanizma içerisinde çarkların kusursuz şekilde döndüğü sanılsa da aslında her şey ince ipliklerle birbirine bağlıdır.

Bu farkındalığa sahip olan yarı tanrılar, bu zayıflık karşısında İvmeciler adlı hareket oluşmuştur. Yarı tanrıların önderliğinde halkı bilinçlendirip tanrıların iktidarına son vermeye çalışırlar. Bu örgütlenmelerin sonucunda ortaya çıkan çatışmalar tanrıların zaferleri ile sonuçlanıp İvmeciler hareketinin sonunu getirse bile Sam karakteri tüm bunların dışında kalabilen yegâne bir yarı tanrıdır.

Sam’in uyanışı, hareketin tekrar doğması ve halkın uyanması için tekrardan bir örgütlenme sürecini beraberinde getirir. Sam’in uyanmasıyla geçmiş yıllarda yaşadığı olayları, günümüze ise hâlâ aynı düzenin sürdüğünü ve artık tanrıların teknolojik faaliyetleri kısıtlayıp halkı feodal bir düzen içerisinde tutmaya çalıştığını görürüz.

Roman içerisinde hikâyelerin kronolojik olarak akmayışı bir zihin karışıklığına sebebiyet verebiliyor lakin kurgu içerisinden düşünecek olursak, karakterin uzun zaman sonra uyandıktan sonra anılarını silik bir şekilde anımsaması böyle bir şeyin olağan olabileceğini düşündürüyor.

Olayların halk tabanında ve tanrılar gözünden acaba nasıl olabilirdi sorusu ve bu kitabın bir seri olarak devam edebilme fikri biz okuyucular için heyecanlı ve güzel bir hissiyat.

Böylesine mitoloji ile harmanlanmış eserleri okumak için mevcut mitlere hâkim olmalı mıyız? Bence hayır. Herhangi bir eserin ne gibi kaynak taramalarından veyahut hayal dünyalarına bağlı yazıldığına da hâkim olamıyoruz işte bu yüzden sadece hissedip, keyif almak da bir o kadar değerli.

Bu eser için mitoloji ile harmanlanmış enfes bir bilimkurgu diyebiliriz. 1967 yılında yazılan eser 68 yılında Hugo ve Nebula ödüllerini de almıştır. Işık Tanrısı kendisinden 34 yıl sonra yazılan Amerikan Tanrılarına da ilham olmuştur. Neil Gaiman açıkça esere ve yazara atıflarda bulunur ve George R. R. Martin bu kitap için sonsöz yazmakla beraber Taht Oyunları serisi içerisinde bu kitabın ismini ve başkarakterini de kullanıp büyük bir selam vermiştir.

İthaki Yayınları kitabı ilk defa 99 yılında dilimize kazandırttıktan 17 yıl sonra Bilimkurgu Klasikleri serisi adı altında Sönmez Güven’in çevirisi ile yeni basımını sağlamıştır.