Uzaya gidebilir miyiz?
2004 yılında ilkokul 4 öğrencileri için hazırladığım astronomi derslerinden birinde bir öğrencimin sorduğu soruyu hatırladım. Soruyu duyduğum anda hissettiklerim bugün hâlâ geçerliliğini koruyor: Neden uzaya gidecek roketler hep Fransız Guyanası’ndan veya Amerika’dan fırlatılıyor?
DR. H. TUĞÇA ŞENER
9 Şubat 2021’de yapılan TUA ile Türkiye’nin milli uzay programına dair yapılan açıklamalar sayesinde ülkede heyecan ve umut verici bir hareketlenme oldu. Gündem, Türkiye’nin Ay’a gidişi ve diğer uzay görevleriyle çalkalandı. Kimilerimiz hedefleri gerçekçi bulmadı, kimilerimiz bunu hükümete yüklenmek için yeni bir fırsat olarak gördü, kimilerimiz de tüm bunların gerçekleşebilmesi nasıl mümkün olur diye düşündü.
Türkiye'nin uzay alanında yetkin birçok araştırmacısı mevcut olsa da tabii ki bu sayının artması gerekiyor. TÜBİTAK-Uzay'ın bu konuda gayet yetkin ve başarılı bir kadrosu var. Buna ek olarak birçok üniversitemizin mühendislik fakültesinde Havacılık ve Uzay Mühendisliği bölümü mevcut ve kimilerinde Uçak ve Uzay Bilimleri Fakülteleri bile var. Uzay alanında yetkin insan yetiştirme hedefini, bu fakültelere gerek kadro gerekse laboratuvar imkânları bakımından gelecek desteklerin müjdecisi yönünde yorumlamayı tercih ediyorum. Bunlara ek olarak, bu konularda uzman birçok araştırmacı Türkiye'de etkin ve iyi çalışma-yaşama imkânları bulamadığı için maalesef yurtdışında. Bu araştırmacıların Türkiye'ye dönmesini sağlayacak projeler fonlanabilir ve akademik özerkliğin sağlanacağı bir şekilde garanti altına alınabilirse durum değişebilir. Türkiye'de araştırmacılar için çeşitli destekler mevcut ama bunların hepsi değilse bile büyük bir kısmı ağır prangalarla geliyor. Konusunda yetkin kimselerin Türkiye'de kalması için, bunu kaçınılması neredeyse imkânsız bir mecburiyet şeklinde değil, araştırmacıların hevesle çalışabilecekleri imkânlar sunarak sağlamak gerek.
İNSAN YETİŞTİRMEK
Uzaya gidecek insan yetiştirmek ise tüm bunlardan farklı bir konu. Artık eskisi gibi sadece savaş pilotları değil, öğretmenler, doktorlar ve mühendisler dahil bir çok meslek mensubu bir astronot olarak uzaya çıkabiliyor. Bunun için, astronotun katılacağı uzay görevine özgü eğitimler var tabii ki fakat dünyanın hiçbir yerinde, "Bu eğitimleri geçtikten sonra sen astronot oldun, artık herhangi bir araçla herhangi bir görev için uzaya çıkmaya hazırsın" diye bir durum yok. Uzay ajansları, belirli uzay görevleri için astronot alımı yapacaklarını açıklar ve ilgili kimseler de buna başvurabilir. Temel şartlar arasında genellikle fen bilimleri veya mühendislik alanlarında yüksek lisans yapmış olmak vardır ve üst düzey eğitimler de bundan sonra gelir. Her ne kadar uzay alanındaki planlar ve icraatlar genel itibariyle güzel olsa da tüm Dünya’da uzay programlarının kontrol ve düzenlenmesinde birçok eksik var. Bunlardan biri de hukuksal alandaki açıklar. Önceki yazılarda Elon Musk’ın tüm Dünya’ya ucuz ve erişilebilir internet sağlama kisvesi altındaki Starlink projesinden bahsetmiştim. Projenin tüm insanlığa faydalı olacağı konusunda tartışmalar devam etse de en büyük itiraz Yer tabanlı gözlemler yapan astronom ve astrofizikçilerden geliyor. Dünya’dan gözlem yapmayı gitgide zorlaştıran Starlink ve benzeri küme uydu projeleri, kısa bir süre sonra tüm gökyüzümüzü kaplamayı hedefliyor. Dünya her geçen gün tazeliğini biraz daha kaybeden bir elma gibi çürürken yörüngesine gönderdiğimiz uyduların sayısı da, çürük bir elmanın etrafındaki sinekler gibi sürekli artıyor. Tabii ki bunda uzay çalışmalarındaki hukuksal boşluğun büyük bir etkisi var. Yoksa Elon Musk o çok sevdiği Starlink’leri öyle kolayca yörüngeye yerleştirebilir miydi? Türkiye, uzay hukuku konusunda önde gelen bir ülke olmasa da konunun öneminin farkında. Geçtiğimiz hafta, 29-30 Mayıs tarihlerinde, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Hukuk Fakültesi ile birlikte İstanbul Üniversitesi Gözlemevi Uygulama ve Araştırma Merkezi işbirliği “1. Uzay Ekonomisi, Uzay Hukuku ve Uzay Bilimleri Sempozyumu”nu düzenledi. 2 gün süren etkinlikte gelecek 10 yıllık milli uzay programımıza da değinildi. Söz konusu uzay olduğunda dikkate alınması gereken tek konunun teknoloji değil, insan kaynağı ve işin hukuki boyutunun da unutulmaması gerektiğinin altı çizildi. Uzay araştırmalarına katkıda bulunan ülke sayısı arttıkça ülkeler arası anlaşmaların önemi kadar, hedeflenen gök cisimlerinde uyulması gereken kuralların bağlam ve yaptırımı da tüm insanlık için göz ardı edilmemesi gereken konular arasında. Tüm bunların hukuksal süreçleri olduğu gibi ekonomik etkileri de mevcut tabii ki.
Türkiye’nin uzay programının gündemde olduğu bu zamanlarda, 2004 yılında ilkokul 4 öğrencileri için hazırladığım astronomi derslerinden birinde bir öğrencimin sorduğu soruyu hatırladım. Soruyu duyduğum anda hissettiklerim bugün hâlâ geçerliliğini koruyor; iyiye ve ileriye giden yol muhakkak ki yeni ve taze zihinlere inanmaktan geçiyor. “Neden uzaya gidecek roketler hep Fransız Guyanası’ndan veya Amerika’dan fırlatılıyor? O ülkelerin üzerindeki atmosfer tabakası daha ince olduğu için rokete etki eden sürtünme kuvveti az oluyor ve bu nedenle daha mı az yakıt harcanıyor?” diye sormuştu öğrencim. O esnada tabii ki ne teknoloji tekelinden, ne kapitalist sistemden, ne Soğuk Savaş’tan ne de az gelişmiş - gelişmiş ülkelerin ayrımından bahsetmek uygundu. Henüz o yaşta bilimsel düşünmeyi öğrenmiş bir zihne duyduğum hayranlık bugünün üniversite gençliğine olan inancımın temeli. İşte bu yüzden söz konusu ister Türkiye Uzay Programı olsun, ister ülkenin geleceği, o günkü çocukların bugünün yetişkinleri olduğunu bildiğim için içim hep rahat.