Haftaya damgasını vuran iki olaydan söz edebiliriz: Biri milyarderlerin uzay macerası. Diğeri de iklim krizinin yansımaları. Bir yanda gezegenin tahribatlarının sonuçlarıyla baş etmek zorunda bırakılan toplumlar ve ekosistemler; diğer yanda dünya yaşanmaz hale geldiğinde devreye girecek bir yedek planın alt yapısını kurma iddiasıyla, insanlığın “çok gezegenli” bir tür olmasını isteyen milyarderler ve roketleri. Eleştirel değerlendirmelere bakıldığında, iklim krizi ile milyarderlerin uzay macerası arasındaki tezatın, bir mücadele alanına dönüştüğü görünüyor.

Temmuz ayını iklim krizinin, ekolojik krizin küresel çapta ortaya çıkan türlü veçhelerine şahitlik ederek geçiriyoruz. Geçtiğimiz hafta Türkiye kayıtlı tarihinin en sıcak günü yaşandı. Cizre’de hava sıcaklığı 49.1 dereceye yükseldi. Aynı günlerde Karadeniz’de, artık rutinleşen sel taşkınları, Rize’de ve ardından Artvin’de can kayıplarına ve ciddi yıkımlara yol açtı.

Bu kayıp ve yıkımlar yalnızca ülkemizde yaşanmadı. Önceki hafta Kanada’da ortaya çıkan sıcak hava dalgasının yüzlerce insanın ve bir milyarı aşkın deniz canlısının da ölümüne sebep olduğu söyleniyor. İngiltere’de ise bir ayda yağması beklenen yağmurun bir günde yağması tartışılıyor. Almanya’da, Hollanda’da, Belçika’da, Çek Cumhuriyeti’nde, Hindistan’da ve Çin’de de seller yaşandı. Bir haftada yüzlercesi insan binlerce canlı öldü, kentler yerle bir oldu. Hükümetler ısı artışı ve sel gibi çıktıların geçici olduğunu söyleye dursun, gerçekte bunlar ekolojik tahribatın ve iklim krizinin kronikleşen, hatta artış gösteren “yeni normal”lerini oluşturuyor.

Tüm bunlar yaşanırken milyarderler, her kalkışında 200-300 ton arasında karbondioksit salınımı ortaya çıkardığı söylenen roketleriyle uzay seyahatleri gerçekleştirerek iklim krizini perçinlemekten geri durmadılar. Bu durum, milyarderler ile iklim krizinin ortaya çıkış koşulları arasındaki ilişkiyi ve tabi çevresel maliyetleri hesaba katılmayan uzay yolculuklarının bedelini tartışmaya açıyor. Dahası, Bezos, Musk ve Branson’ın faturası iklime, doğaya ve topluma kesilen uzay macerasının, bilimsel bir adım olmaktan ziyade, halkı kapitalizmin dünyada neden olduğu felaketlerden uzaklaştırmaya yarayan bir gösteri olduğu konusunda bir fikir birliğini doğuruyor.

Tech Won’t Save Us adlı podcastin sunucusu ve sosyalist yazar Paris Marx, “We Don’t Need Space Colonies, and We Definitely Don’t Need Jeff Bezos” ve “Leave the Billionaires in Space” başlıklı değerlendirmelerinde bu durumu irdeliyor. Halkın, uzay yarışını fantastik bir gelecek için zemin hazırlamadığını görmesine ihtiyacımız olduğunu söylüyor. Bu yarış ile kapitalist sistemin genişletilmesine çalışıldığından hareketle, milyarderlerin “bizden aldıkları serveti ele geçirmeli ve çok geç olmadan iklim krizini ele almak için kullanmalıyız” diyor. “Sahip olduğumuz her şeyi gezegenin yaşanabilir kalmasını sağlamaya harcamamız gereken bir anda” diyor Marx, milyarderler yaptıkları bu yolculuklarla bize “süregiden kapitalist birikim arayışlarından ve bunun yarattığı felaket etkilerden uzaklaştırma” yönünde birer gösteri sunuyorlar.

Böyle bir seyahati asla yapamayacak olan milyarlarcamızın, yaşayacak başka bir gezegeni olmayanların, uzayda bir koloniye değil, yaşanabilir bir dünyaya ihtiyacımız var. Şüphesiz ki bunun için gezegeni vahşice sömürerek eşitsizlikleri derinleştiren ve yok oluşa sürükleyen kapitalizme, Jeff Bezos’a veya diğer milyarderlere ihtiyacımız yok. Nihayet, milyarderlerin uzay macerası ile halkın dünyadaki yaşam mücadelesi arasındaki çelişkiyi irdeleyen eleştirilerde bu noktada önem kazanıyor. Paris Marx’tan son bir alıntı ile bitirelim: “Uzay kolonilerine ihtiyacımız yok; birkaç güçlü adamın dünyayı yönetmesine izin vermek yerine milyarderlerden kurtulmalı ve geleceğin kolektif kararlaştırılmasını sağlamalıyız.”