Görebildiğimiz en uzak galaksiler 13,2 milyar ışık yılı uzakta. Bir diğer deyişle, bu en uzak galaksiye ışık hızında gidecek olsaydık, bizim için zaman geçmezdi; çünkü ışık hızında giden cisimler için zaman durur. Ama Dünya’ya ulaştığımızda, geride bıraktığımız gezegenimizde 13,2 milyar yıl geçmiş olurdu; tabii Dünya’da da…

Uzaylıların bizi ziyaret  etmesi neden olası değil?


Dünya dışı yaşam ihtimalinin heyecanlandırmadığı pek kimse yoktur. Şahsen ben uzaylıların keşfedilmesini yürekten isterdim. Düşünsenize: Dünya harici bir gezegende yaşam formları bulunuyor! Zekaları olup olmadığı, bu zekanın bizimkine benzer olup olmadığı, eğer varsa hücrelerinin bizimkiyle aynı elementlerden oluşup oluşmadığı gibi detayları düşünmek gerçekten heyecan verici. Ama dürüst olmam gerekirse, en azından ilk etapta, bu tarz detaylar en ufak umrumda bile değil. Sırf “Dünya haricinde yaşamın var olabileceği”ni bilmenin açtığı olasılıklar bile nefesimi kesmeye yetiyor.

Tabii bu yaşamlar bir de, uzay araçları inşa edip bizi ziyaret edebilecek kadar gelişmişlerse iyice tadından yenmez olurdu. Böyle bir şeyi keşfetmek milenyumun değil, insanlık tarihinin açık ara farkla en büyük bilimsel keşfi olurdu. Nobel Ödülü bile, böyle bir keşfin prestiji yanında gazoz kapağı kalırdı.
Ama bu olasılığa heyecan duyuyor olmam, bu olasılığı gerçekmiş gibi varsaymam için geçerli veya yeterli bir sebep değil. Konforlu yalanlardansa, bilimsel gerçekleri seçmek zorundayım. Bu nedenle şunu söyleyebilirim: Tüm heyecanımın ve uzaylıların bizi ziyaret etmesine yönelik arzumun aksine, muhtemelen böyle bir şey hiç yaşanmadı ve asla da yaşanmayacak. Oralarda bir yerlerde yaşam çok büyük ihtimalle var; aksini iddia etmek çok zor. Ama zeki yaşam var olsaydı bile, bu yaşamın bize uzay gemileriyle ulaşma ihtimali pratik olarak sıfır. Anlatayım:

Evren’deki mesafelerin büyüklüğünü algılamak gerçekten çok zor. Güneş Sistemi’ne dahil olmayan en yakın gezegen, Dünya’dan 4,4 ışık yılı, yani 41,6 trilyon kilometre uzakta. Görebildiğimiz en uzak galaksiler ise 13,2 milyar ışık yılı, yani 124 milyar kere trilyon kilometre uzakta. Bir diğer deyişle, bu en uzak galaksiye ışık hızında gidecek olsaydık, bizim için zaman geçmezdi; çünkü ışık hızında giden cisimler için zaman durur. Ama Dünya’ya ulaştığımızda, geride bıraktığımız gezegenimizde 13,2 milyar yıl geçmiş olurdu; tabii Dünya’da da… Yani yola çıkarken hedef koyduğumuz Dünya, muhtemelen artık orada olmazdı. Hele ki Güneş Sistemi’mizin en fazla 4-5 milyar yıl ömrü kaldığı düşünülecek olursa. Dahası, ışık hızında gidiyorsak, gezegenimizle irtibat kurmamız da mümkün olmazdı; çünkü iletişimi sağlayan sinyaller de en fazla ışık hızında gidebilir. Evren’de hiçbir şey ışık hızını aşamaz. Yani böylesi bir görev, kendi başımıza olacağımız bir görev demek olurdu.

Sadece bu da değil. Kütlesi olan hiçbir cisim ışık hızında gidemez. Kütlesi olan bir cismi ışık hızına çıkarmak için sonsuz enerji gerekirdi; ancak Evren’deki enerji miktarının sonlu olduğunu biliyoruz. Yani bir uzaylı, fizik yasaları gereği ışık hızından yavaş, hatta muhtemelen çok ama çok daha yavaş gitmek zorundadır. Örneğin ışık hızının yarısında giderseniz, hem zaman akacağı için yaşlanırdınız, hem de az önce sözünü ettiğim süre 2 katına çıkardı.

Böylesine uzun bir yolculuk, zekaya veya beyne sahip olmasından ötürü belirli davranışları, dolayısıyla psikolojisi olan bir varlık için üstesinden gelmesi imkânsız bir yolculuk olurdu. Örneğin, Dünya’dan Mars’a gitmek 6 ay kadar sürüyor; ancak bu yolculuklar önündeki en büyük problemden birisi, dar bir mekik içine sıkışan insanların psikolojisinin bu uzun yolculuğu kaldırıp kaldıramayacağını bilemiyor olmamız. Bunun için eğitilmiş olsalar bile!

Binlerce, milyonlarca, hatta milyarlarca yıl sürebilecek olan seyahatler, biyolojik bir ömre sahip olan bir canlı için sayısız neslin geçmesi demektir.

Dolayısıyla bu araçlar devasa olmalıdır – ki bu sayede içlerine on binlerce uzaylı sığabilsin. Bu uzaylılar yol boyunca normal hayatlarına devam etmeli, çocuk ve torun sahibi olmalıdır. Muhtemelen Evren’in bir ucundan diğerine gidene kadar binlerce nesil geçecektir ve tür, yola çıktığındakinden farklı bir türe evrimleşmiş olacaktır. Hele ki gezegensel şartlar ile uzay aracı içindeki şartların farklı olduğunu düşünecek olursak…

İletişim ihtimali çok düşük

Dahası, bir uzaylı Dünya’ya gelse bile, bizimle iletişim kurabilmesi için zekalarımızın benzer seviyede ve yapıda olması gerekirdi. Şöyle düşünün: Şempanzelerle aramızdaki genetik farklılık miktarı %1.23, ancak bu ufak farka rağmen onlarla neredeyse hiçbir şekilde iletişim kuramıyoruz. Bizden, şempanzelerle bizim aramızdaki ile aynı genetik yönde %1.23 farklı olan bir uzaylı, bizden ne kadar zeki olacaktır? %10 farklı olsaydı? %90 farklı olsaydı?

Siz yoldan geçen karıncalarla iletişim kurmaya çalışıyor musunuz? Uzaylılar neden çalışsın? Bizimle aynı zekâ düzeyinde olma ihtimalleri aşırı düşük.

Tabii bir de Dünya’nın önemsizliği konusu var. Dünya bizim için her şey olsa da dışarıdan bakan biri için herhangi bir gezegenden farksızdır. Ay’dan bakınca bile Dünya’da yaşam olduğuna dair pek bir ize rastlamıyoruz; kaldı ki milyarlarca ışık yılı uzaktan bakıldığında bu görülebilsin. Uzaylıların, evrenin akıl almaz boşluğunda, katrilyonlarca gezegen arasında Dünya’yı hedef seçmeleri pratik olarak imkânsız.

Daha çok neden sayabilirim. Ama uzaylıların var olduğuna ve bizi ziyaret ettiğine ikna olmuş kişilerin olası yanıtlar üretmek için can attığını duyar gibiyim:

“Ama mutlaka bir yolu olmalı!”

Fizik onlar için de geçerli

Belki biz fizik yasalarını yanlış anlıyoruzdur? Belki, ama sanmıyorum. Her yeni keşif, Einstein’ın ışığa ve hızına yönelik öngörülerini daha da sağlam bir şekilde doğruluyor. Eski teorilerin yerini yenilerinin alması, eskilerini ortadan kaldırmıyor; sadece güncelliyor. Newton Evren yorumunda hatalıydı ve Einstein onu düzeltti; ancak uçakları, gemileri, arabaları ve evleri halen Newton Fiziği ile inşa ediyoruz; Einstein (Görelilik) Fiziği ile değil. Einstein’ın teorileri güncellenecek olsaydı bile, elimizdeki temel gerçekler değişmezdi.

Belki de tam da bizim Güneş Sistemi’mize açılan bir solucan deliği vardır? Sanmıyorum. Solucan deliği gibi “portalların” fiziksel olarak var olabileceği bile fazlasıyla tartışmalı; kaldı ki tam da Dünya için işe yarar bir pozisyonda bulunsunlar.

Belki de “süper-über teknolojiler” geliştirmişlerdir? Belki de… Ama o teknolojiler de fizik yasalarına boyun eğmek zorunda. Hem öyleyse, neden zırt pırt, tam da Dünya’ya varabildikten sonra bir yerlere çakılıyorlar? Hep de sarhoş Amerikan çiftçilerinin, gece geç saatlere kadar ayakta duran gençlerin veya askeri üslerin yaşadığı yerlere… Ayrıca teorik limitler ile pratik yetersizlikler birbirine karıştırılmamalı. Eğer Evren’i doğru anlıyorsak, teknolojinin en uç versiyonlarını da üretseniz, teorik limitleri aşamazsınız.

Ama ya Warp Sürüşü gibi yöntemlerle bu teorik limitlerin üstesinden geliyorlarsa? Belki de… Buna yönelik kanıt var mı? Ayrıca yazının başında saydığım sorunların çoğu halen geçerli olurdu.

Dürüst olmak gerekirse, eğer ki uzaylılar bizi ziyaret edecekse, bu aşırı uzak bir gezegenden tek bir araçla gelmek şeklinde olmayacaktır. İntergalaktik (yani galaksiler arası) bir medeniyet, kademe kademe bizim galaksimize yayılırken, hasbelkader Dünya’ya da uğrayacaktır. Ancak astronomi faaliyetlerimiz sayesinde bu gelişten haberdar olacağız. Yani bu geliş, muhtemelen biz Dünyalılar için beklenmedik bir olay olmayacak ve yüz binlerce yıla yayılan bir olay olacak.

Hey, iyi tarafından bakın: Belki o zaman, bu gezegendeki bir avuç toprağın değerinin ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar arasındaki farklılıkların, Evren’in uçsuz bucaksızlığı yanında bir hiç olduğunu nihayet anlarız, kim bilir? Yani yine “bizden olmayana” karşı birleşiriz; ama bu birleşme, Dünya’yı bir araya getirir.

Tabii bu tarz bir “geliş”i görecek kadar varlığımızı sürdürmeyi becerebilirsek…