Bu ülkede yaşıyoruz ve silsile halinde yaşadığımızdan, “olağanüstülüklere” alışır hale geldiğimizi söylemek yanlış olmaz. Evet, anlıyor, anlatıyor; yazıyor, konuşuyoruz ama şaşırmayı unuttuk! Bu gidişat içinde şaşılacak bir şey olmayacağını öğrendik de denilebilir

Peki, ülke dışından, hatta dünyadan bile değil uzaydan birinin gelip Türkiye’de birkaç gün geçirdiğini düşünsek, nasıl görür bu ülkeyi! Yani iktidara veya Erdoğan’a karşı değildir; muhalif olmak gibi bir konumu da yoktur; yalnızca bilmek istemektedir.

Örneğin bu uzaylıların, insan kardeşleriyle buluşmak istediklerinden, ülkelerle ilgili sondaj yaptıklarını düşünebiliriz. Uzun süredir Dünya’dan gelip kendi ses radarlarına yakalanan demokrasi, hukuk, özgürlük, eşitlik, laiklik, çoğulculuk gibi kavramları işitmekte ve bu değerleri yerinde incelemek istemektedirler. Haklılar tabii; buluşmak için doğru zamanı yakalamaları gerekmekte. Söz konusu kavramların da, en azından bir başlangıç yapmak için vazgeçilmez olduğuna kuşku yok.

Gelirken uzayda Tesla’nın otomobiline rastladığını da düşünelim. “Aferin, birileri, uzay rüyaları üretmekte!” diyerek, buraya oldukça iyimser bir halde geldiğini de varsayabiliriz!

Türkiye de, bunları sınamak için uygun ülkelerden biridir; uzaya çıkamasalar da, bu kavramları öğrenmek, anlamak, uygulamak açısından 100 yıla yakın bir zaman geçirmişlerdir.

Peki ne görecektir! Eğer geldiği gibi kaçmazsa, kendi tarihi içinde bile 100 yıl öncesinde kalması gereken kavramlar ve kurumlar üzerinden karabasanların yaşandığı bir ülkeden başka bir şey var mı!... Aydınlık-karanlık, evet -hayır, padişahlık-cumhuriyet, dincilik-laiklik, başkanlık-parlamento, OHAL- demokrasi gibi birçok konuda karpuz gibi ortasından ikiye ayrılmış bir ülkeden başka!..

Nasıl şaşırdığını tahmin edebiliriz... Şaşkınlığı en başta yazılanla yaşanan arasındaki uçurum olacağından, merakla bekleyen kardeşlerine şunları yazacaktır herhalde!...

“Bu ülkenin Anayasa denilen bir temel yasası var; bu yasadaki ilkeleri koruyup kollamak üzere bir Anayasa Mahkemesi mevcut; Anayasa’da hukuk devleti olduğu yazıyor ve AYM’nin kararları tüm devlet güçleri ve organlarını bağladığı gibi yargının bağımsız olması da kabul edilmiş. Öte yandan anayasada insan hak ve özgürlükleri güvence altına alınmış, demokrasi ilkesi kabul edilmiş durumda; farklı partileri yanında, basın hürriyeti, özerk kurumlar gibi -üniversitelerin özerkliği örneğin- güvence sistemlerine de yer verilmiş.

Uygulamada ise, insanı ve özgürlüğünü korumak üzere ne kadar kavram, kurum, değer, güvence varsa hepsi lafta kalmış; uzaydaki kara delikler gibi uygulama hepsini yutmuş da denilebilir!... Bunlardan geriye kalan da, bir dolu dava, tutuklama ve hapisle solunan karanlık!...”

Bir de OHAL’i anlatması lazım tabii! Darbe girişimi yapılan 15 Temmuz 2016’dan buyana sürüp giden ve 6. kez uzatılan OHAL!’i... Bir süredir ucun ucun yok olan ilkeler ve kurumların altında kaldığı OHAL’i....

“Yolları ayrılıncaya kadar iktidarla işbirliği içinde olan ve devlet içinde en tepelere tırmanan Cemaat darbe girişimi sonrası FETÖ örgütü olurken, FETÖ ‘ye destek olarak suçlananlar arasında Cemaat’in güçlenmesine yol açanların değil, daha önceden Gülen Cemaati’nin marifetlerini ortaya döken yazarların yer alması gibi garabetler yaşanmakta!. Bu nedenle suçlanıp tutuklanan ve yılları bulan tutuklamalar yaşayan gazeteciler, akademisyenler, iş adamları söz konusu... Ancak gariplikler bununla da bitmiyor; aralarında ünlü yazar ve gazetecilerin bulunduğu 7 kişi, gazete yazılarıyla darbe girişimine katılmaktan suçlanıp ve ömür boyu hapse mahkum olmuş durumda. Yazmakla darbe yapmak, bunu da müebbet hapisle cezalandırmak gibi akıl ötesi bir hukukun var olduğu bir ülke burası!”

Adalet Bakanlığı, bir yıl içinde (2016) devletin egemenliği ve organların saygınlığına karşı işlenen suçlar nedeniyle 46 000 işlem yapıldığını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret suçundan ise 3 658 dava açıldığını açıkladığında iyice şaşırır. Pek çok gazeteci, karikatürist, sendika ve meslek odası yöneticisi, akademisyenin masum ve mizahi eleştirilerinin Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak nitelendirildiğini, hatta şehit cenazelerinde yakınını yitirenlerin bu suçu işlemekle suçlandıklarını, bir sanatçının şarkı söylerken yaptığı uyarlama nedeniyle bu suçtan yargılandığını öğrendikçe şaşırır!

“Temel ilkeleri unutun” diye yazar... “Bu ülke, iktidarca yapılan suçlama, açılan davaların ardı arkasının kesilmediği bir ülkedir. İşin garibi, yargının önünden her gün ülkesine değer katan, kıvanç veren değerli insanları geçerken, bağımsız olsa bu değerlerin arasına katılması beklenecek olan yargı, bu garabete katılmaktan başka bir şey yapamamakta!”

“Hasılı, bu ülkede işler tersine yürüyor” diye de yazar. “Bu tersine gidişin, baskı ve yasaklama iyi, hukuk devleti kötü; savaş ve çatışma iyi, barış kötü; cehalet iyi, bilmek kötü; tek adam ve otokrasi iyi, haklar ve demokrasi kötü; yalakalık iyi, kendine saygı kötü gibi birçok örneği var.

Örneğin bu ülkede 30 yılı bulan çatışmalarla 40 bin insanın telef olması gibi vahim bir geçmiş var. Yanı başındaki ülkede 6 yılı geçen bir savaş yaşanmakta; ölenleri, kaçanları, yıkılan şehirleri ile bu savaşın en yakın tanığı da bu ülke... Buna karşın, bu ülkede barış istemek! suç olmakta” diye yazar şaşkınlıkla.

“Barış istedikleri için işinden olan akademisyenler, şimdi de ‘terör propagandası’ ile suçlanmaktalar! Onlar gibi, sınır dışında bir savaşı istemeyenler de teröre destekle, hainlikle suçlanmakta!”

“Son olarak , “Tüm bunlara dünyanın geri kalanı ne diyor derseniz” diye ekler; “Demokrasi, insan hakları özgürlük gibi dertleri olan kuruluşların ülkeyi ‘özgür olmayan ülkeler’ arasına alması, ‘basın özgürlüğünün olmadığı ülkeler’ arasında sayması gibi gelişmelerden söz edilebilir; ancak devletler ve politikacılar güç ve çıkardan başkasını düşünmediklerinden bu gidişata karşı bir şey yapmamayı tercih etmektedirler.

Kısacası, Dünya’da yaşamın, canlıların ve insanların yeri hâlâ gücün ve çıkarın, devletler ve politikacıların çok gerisinde. Bu nedenle Dünya daha uzun süre ilişki kurmaktan uzak kalınması gereken bir gezegen!”