Yeniden tanımaya çalıştığım, sakin ve karanlık gecelerin yalnız kadını, güzel dost…

Yaşadığı yılların gerçekten yorduğu, üzdüğü, yıprattığı bir kadını gördüm karşımda, yıllar sonra karşılaştığımızda. Her şeyi geçtim, senden alıp götürdüklerinin ne olduğunu anlamaya çalıştım hayatın. Sanki yıllar öncesinde gözümüzde büyüttüğümüz ve adına dostluk dediğimiz şeyin, yıllar sonra da kaldığı yerden devam edeceğini sandık. Devam etmemesi için hiçbir neden yoktu değil mi? 
Gözümün içine bak(a)mayan, olayları yüzeysel şekilde geçiştiren, sadece o rutinliğe uymak için yapılan bir yemeğin müsebbibi, karanlıkta gözleri buğulanan, aydınlıkta tabaklarla, kapılarla, çatallarla kendine meşgale yaratan, kocaman kocaman olmuş ‘silik’ bir aşkı canlandıramayacağını düşünen, düşünmekle kalmayıp harekete geçmek için de pusuda bekleyen biri idi yıllar sonra karşımda duran kadın. 
Oldukça maharetli ellerinden çıkan fiyakalı bir yemeği, görünüşe göre oldukça kadınsı bir evin dolgun dekorunu, koca koca koltukları, yüksek yüksek vitrinleri olan bir ev hatırlıyorum. Belirlenmiş programlarla bezenen bir yaşantının sevimsizliği ve de tek sığınağın olan kardeşine yüklediğin o sorumluluk dolanıyordu evin içinde. Ve sanırım, sende yiten tek şey ise yıllar önce dudak kenarlarından hiç eksik etmediğin tebessümdü.
Merhaba o halde, yeniden!
Yıllar önce "biz ne deli aşk yaşadık bu adamla lan" diyen asi bir kadının ıssızlığı, pişmanlıklarını hazmedememenin siniri ve hüznü, gözyaşlarının (buğu diyelim) görünmemesi için karanlığı tercih eden korkaklığı, uzun süredir karşılaşmadığı bir adam karşısında belki içinden gelse de ağlayamamanın hıçkırığı ve çekingenliği, ne ana ne de baba sevgisi, hep kardeş hep kardeş bağlılığı, bıkkınlık, bezginlik ve en önemlisi kararsızlığın ta kendisi var gözlerinde! Bir kadının kendi içinde ayrılık kararı verebilmiş olup da uygulayamamasının güçsüzlüğü bu olsa gerek. ‘Bırakamamanın’ tanımlanamaz ‘şey’i, pişmanlıkla yaşanmışlığı karıştırmanın hatası, alışkanlıkların gücü, "ne güzeldi, yine de" diyememenin dilsizliği...
Tanıştık o halde, yeniden!
• • •
Ve o günden sonra ilk kez böyle uzun süre karanlıkta kaldım ben. Bizim mahallede elektrikler kesildi de ondan. En son kimbilir ne zaman ‘gitmişti’ elektrikler hatırlamıyorum bile. 
Bizim mahallede elektrikler kesilince, evlerdeki tüm televizyonlar mecburen kapandı, aileler sohbet etmeye başladı. Sevgililer neyse ki konuşabildiler sorunlarını, kaçmak için bahaneleri kalmadı zira. Belki de çok önemli kararlar aldılar, olamaz mı? Sonra, ‘play station’lar, internetler, ütüler, bulaşıklar hepsi öyle uluorta kaldılar, kalsınlar! Kablo yığınları daha bir göze battı karanlık olmasına rağmen. Mumlar orta yere çıktı. Esneyenler çoğaldı. Cama vuran bir yağmur damlasının sesini, üç yaşındaki bir kız çocuğu belki de ilk kez fark etti. Aşklar daha bir romantik yaşandı bu gece. Bu gece gözler görmez oldu, ortalık zifir!
Uzaktan bir martı sesine, bozacının sesi karıştı bizim mahallede. Bozacının karanlıkta avazı çıktığı kadar bağırmasına gerek kalmadı bu gece. O kadar sessiz ki etraf, sanki bir uğultudan kurtulmuş gibi her yan. Neyse ki, bozacı sokağın başından sonuna gidene kadar bitirdi elindeki bir bidon bozayı. Siftah edemediği gecelere inat, yaşasın kesilen elektrikler!
• • •
O uzun hayat hikâyeni bana anlattığın geceden beri ilk kez karanlıktayım, bizim mahallede elektrikler kesildi de ondan… Karanlık, bi’ ‘şey’leri fark etmek için sonsuz bir nimet sanırım hepimiz için. Hem seninleyken, hem de bu gece farkına vardığım onca şey oldu ki. Kıvanç Someren’in dediği gibi; “Sis yağar birden / Yiter deniz / Kör kalır bu kent / Ağlarken kendine…” Sis yağdı birden, yitti deniz, kör kaldı bu kent, ağladı kendine… Ufak mahallem kördü bu gece. Fark etmemi sağladı bu kör kalan mahalle.
Fark ettim ki, bana hediye ettiğin çiçek solmuş. Bakamamışım. Affet.