Üzerine bastıkları sadece akademisyenlerin cübbesi değil

Polis Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nün kapısının önüne barikat kurmuş, içeri girmek isteyen akademisyenleri ve öğrencileri “Eğitim-öğretimi engelleyemezsiniz” gibi bir saçmalıkla içeri almıyor. Kapının önünde birkaç gün önceki KHK ile işlerine son verilen profesörler, doçentler, yardımcı doçentler, araştırma görevlileri var, “Hayır gitmiyoruz” demek için oradalar, çoğunun öğrencilik yıllarından beri okulları orası, hepsinin yıllardır ders verdiği, tez yazdırdığı, kantininde, bahçesinde öğrencileriyle memleket meselelerini tartıştıkları okulları… Öyle kolay bırakıp gitmeyecekler, onları oradan göndermek öyle kolay olmayacak!

O yüzden direniyorlar, kendilerine ve öğrencilerine ait olan okula girmek için öğrencileriyle birlikte direniyorlar, üzerlerinden çıkarıp yere serdikleri cübbeleri, yüz elli yıldır biat etmeyen bir geleneğin, geçmişten bugüne istibdada boyun eğmeyen bir geleneğin, “Bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyar” diyen bir geleneğin temsilcisi olarak orada öylece duruyor.

Karşılarında ise tarihin tekerini geri döndürmeye çalışanların, bu ülkenin yüz elli yıllık birikimini hiç etmeye uğraşanların, Türkiye ilericiliği ile nihai hesaplaşmasını yapmaya hazırlananların bekçileri, muhafızları var. Barbar postallarıyla basıyorlar yere serilen cübbelerin üzerine, düşmana saldırırcasına saldırıyorlar insanlara, gözaltı yapıyorlar, küfrediyorlar. Üzerine bastıkları bir cübbe değil sadece, aklın, bilimin, özgür düşüncenin, aydınlanmanın üzerinden geçiyor mürteci sürüsü.

Korkut Boratav orada, Türkiye akademisinin ve düşünce dünyasının yüz akı, bilge çınarı. 1940’larda babasını atmışlar üniversiteden, 12 Eylül’de kendisini. Şimdi bir zamanlar öğrencisi olan hocaların yanında, 82 yaşında, dimdik, bir ülkenin canlı tarihi olarak üniversiteyi, akademik özgürlüğü savunuyor, öğrencileriyle birlikte direniyor.

Cehaletin üzerinde yükselen bir zihniyet, gençlerine imam ya da polis olmaktan başka seçenek sunamayan bir zihniyet, süreklileşmiş yoksulluğu süreklileşmiş cehaletle idare etmeye çalışan bir zihniyet, din alıp satan, din pazarlayan bir zihniyet üniversitenin son kırıntılarını da temizliyor. Cehaletin saltanatı adına, “üniversite” adını hak eden son birkaç okula, “akademisyen” unvanını hak eden az sayıda bilim insanına saldırıyor, üniversite ve bilimi tasfiye ediyor, yok ediyor.

Bugün Türkiye’de birkaçını dışarıda tutarsak “üniversite” diye bir şey yoktur, çünkü üniversite, tabeladan, binadan, masadan, sıradan daha fazlasıdır. Üniversite bilim demektir, üniversite kütüphane demektir, üniversite bilimsel üretim demektir, özgür düşünce, eleştirel akıl demektir ve evet, Türkiye’de bugün üniversite yoktur. 12 Eylül ve YÖK beraberce üniversiteyi bitirmiştir, en üretken, en başarılı, dünya çapında en çok tanınan öğretim üyelerini tasfiye etmiş, Türk-İslam sentezci, taş kafalı, cahil, memur zihniyetli kadroları akademiye doldurmuştur.

12 Eylül’ün devamı olanlar ise “her ile bir üniversite açmak”la övünseler de 12 Eylül’ün yarım bıraktığı işi devam ettirmektedirler. Müteahhit zihniyetleriyle iki bina dikip tabela astıkları yerleri üniversite sandıkları için, kütüphaneden, laboratuvardan, öğretim üyesinden, master-doktora programlarından yoksun bu okulları Türkiye’de üniversiter sistemin gelişimine örnek olarak göstermekte, öte yandan üniversitenin evrensel kriterlerine en yakın kurumları ve akademisyenleri muhalif oldukları için işsiz bırakmakta, susturmaya çalışmaktadırlar.

Karşımızdaki bir köksüzlük ideolojisidir, bir müteahhit-esnaf ideolojisidir, estetik zevklerden yoksun, bilimden bihaber, felsefeye, sanata, edebiyata uzak, insana ve insana dair olan her şeye düşman bir yıkım ideolojisidir. Ecdat dedikleri Fatih Sultan Mehmet birden fazla dil bilirdi, şiir yazardı, Avrupa’dan ressam getirtip portresini yaptıracak kadar “modern”di, o çok özendikleri Abdülhamit bir kitap kurduydu, polisiye müptelasıydı, Sherlock Holmes okur, her gün bir kadeh rom içerdi, ince zevkleri vardı. Kendine “Osmanlı torunu” diyenler ise Osmanlı’nın değil, Suud görgüsüzlüğünün, zevksizliğinin, incelik yoksunluğunun, vandallığının akrabaları olabilirler olsa olsa. Osmanlı bir medeniyetin adıydı, bunların ait oldukları yer medeniyetsizliktir, medeniyet düşmanlığıdır, yıkıcılıktır. Petrolü olmayan bir petrol şeyhliği arzusudur, lümpenliğin kendini asalet diye sunması, avamlığın kendini havas sanmasıdır.

Hukuksuz, anayasasız, üniversitesiz, bilimsiz bir ülke istiyorlar, ülkenin üzerine kamyon kamyon beton döküyorlar, aklından, kaleminden başka geçim kaynağı olmayan insanları işsizlikle, açlıkla, hapishaneyle terbiye etmeye çalışıyorlar ama bir şeyi unutuyorlar. Despotluğun olduğu her yerde direnenler de var, dün vardı, bugün de ve yarın da olacak. “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” nostaljik bir slogan değil bu yüzden, hakikatin ta kendisi!