Müthiş bir iş bölümü var. Takvim gazetesi hemen her gün emekliye çifte maaş haberi verirken, Sabah gazetesi kültürel hegemonyayı kırmak/kurmak için çaba harcıyor. A Haber mizah kanalı, Akit ağzı bozuk bir nefret odağı olmuş durumda. Aynı merkezden yönetilen ve yönlendirilenler, aynı olay için aynı başlığı atanlar, bir yandan liberalcilik oynarken diğer yandan insanları hedef gösteriyor. […]

Müthiş bir iş bölümü var. Takvim gazetesi hemen her gün emekliye çifte maaş haberi verirken, Sabah gazetesi kültürel hegemonyayı kırmak/kurmak için çaba harcıyor. A Haber mizah kanalı, Akit ağzı bozuk bir nefret odağı olmuş durumda. Aynı merkezden yönetilen ve yönlendirilenler, aynı olay için aynı başlığı atanlar, bir yandan liberalcilik oynarken diğer yandan insanları hedef gösteriyor. Bir eliyle baş okşarken diğer eliyle o başı kesmeye çalışıyor. Böyle bir siyasal iklimde “diyalog için adım” safsatasına sanırım ancak ya onulmaz bir saf ya da aptal bir mazlum kanabilir.Artık her bir haberin, her bir röportajın kendi haber değerinin dışında, simgesel, örtük ve açık siyasal değeri var. Bu siyasal değerden bağımsız olmak artık olanaksız.

Siyasetteki gri alanlar bizzat o gri alanlara ihtiyaç duyan (duyması gerektiğini sandığımız) iktidar tarafından yok edildi. İktidar, artık ötekinin varlığına ihtiyaç duymaksızın ve hatta onu sürekli yok edip yeniden üreterek –ve yeniden yok ederek- rahatça yol alabileceği yeni bir siyasi zemin inşa etti ki, bu zeminde diyalog ve uzlaşı aramak siyaseti okuyamamaktan başka bir şey değil. Yeni siyasi zemin Alman Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımı ve hatta ötesidir. Örneğin artık gerçek bir düşmanın varlığına ihtiyaç yoktur ve “ahlaken kötü olanın, estetik bakımdan itici olanın, ya da ekonomik açıdan zararlı olanın, mutlaka düşman olması gerekmez”. Bugün de durum budur. “Rakiplerin” birbirlerine ağıza alınmayacak hakaretler ettikten sonra kurdukları ittifakların ve bu ittifakların her kesimden kabul görüyor oluşunun nedeni de budur.

İçerikten bağımsızlaşma durumu bu. Artık bir röportajda söylenenlerden daha da önemlisi röportajın nerede yayımlandığıdır. İçerik artık önemsizleşmiştir çünkü iktidarın eğip büktüğü siyasi alandaki her şeyin yeniden şekil değiştirip simgesel anlamlarının güçlendiği bir dönem yaşıyoruz. Artık bir eylemden daha önemli olan, eylemin hangi sendika tarafından yapıldığı, bir sözden daha önemlisi sözü kimin söylediği ve uzlaşıdan daha önemlisi kiminle, nasıl uzlaşıldığı. Gerçekliğin yerini uzun zaman önce simgesellik aldı. Artık Allah’a inanmaktan daha önemli olan şey Allah’a nasıl inanıldığı. Gerçekliğin alaşağı edildiği yeni bir siyasal alan bu.

Bu yeni siyasal alanın kurucusu Erdoğan, tam da bu zeminin gerekenlerini yapıyor ve yalnızca kendisine oy verenleri gözetiyor, onları dinliyor ve bütün siyasi adımlarını da onları gözeterek atıyor. Siyaseten kendi tabanı ve o tabanın yakın çevresini kuşatmış yüzer-gezer oylardan başkasını önemsediği yok. Ana muhalefet ise olayı anlamamış, anlamaya da niyeti yok. Ötekine oynuyor ve ötekine seslenerek oy alabileceğini sanıyor. Oysa bunu yaptıkça kendi seçmenini de eritirken ötekini ikna yollarının bu haliyle imkansızlığını da görmüyor.

Ana muhalefet, iktidarın kurduğu bu alanda onun istediği sınırlarda yine iktidarın verdiği -düşman rolünü- kuzu kuzu oynuyor. Kılıçdaroğlu en sert konuşmalarını hiçbir paradigmayı yerinden etmeyecek şekilde yapıyor. Yeni siyasal alanın tam da istediği siyaset tarzı. Ana muhalefetten yükselen en sert sözler, sıfır umutsuzluğun getireceği yıkımdan korkan iktidar için can simidi. Paradigmayı asla değiştirmeyen, değiştirmeyecek olan ve yalnızca bağıran. Sert konuşsa da akan twitler arasında bir kaç saniye içerisinde unutulacak olan muhalif tavır, iktidarın en sevdikleri arasında.

Erdoğan adımlarını bilerek, hesaplayarak ve siyasal bir hedefi amaçlayarak atıyor. Bugüne kadar ittifaklar yaptı ama asla uzlaşmayla süreklilik sağlamadı ve bundan sonra da –bu muhalefet tarzıyla- asla uzlaşmayacak. Çünkü buna gerek duymayacağı gibi, kendi kontrol ettiği bir alanla kendisinin uzlaşması paradokstan başka bir şey yaratmayacak. -Fazıl Say konserinde de olduğu gibi- Erdoğan uzlaşmıyor, her tavrı ve hareketinde kendi tabanına, partisine, müttefiklerine ve “teşkilatına” mesaj veriyor.

İşte Fazıl Say’ın ve Sabah gazetesine röportaj veren –bir dizesiyle dünyalar kurup, dünyalar yıkabilen büyük usta- Şükrü Erbaş’ın ya da diğerlerinin atladıkları bunlar. İktidarın iş bölümünün bir parçası oluyorlar. Uzlaşı artık eski bir düş. Ancak paradigmayı yıkabileceğinizi hissettirdiğinizde ve eğer “cezalandırılmazsanız” gerçekleşebilecek bir düş. Oraya buraya çiçek, böcek, hayat güzel mesajları vererek değil.