Zeytin tarlalarımız eğer enerji santralları için değilse avm’ler ya da imbatı, meltemi kesen devasa ve kunt yapılara, otellere yer açmak için betona dönüştürülüyor. Nesilden nesile aktarılan atalık tohumlarımızın üretimi, ithalatı yasaklanıyor

Üzülmek yetmez direnmek gerek!

Zeynep Altıok Akatlı

Adam olduysan hesap ver kendine:
Getirdiğin ne? Götürdüğün ne?
Şarap içersem ölürüm diyorsun:
İçsen de öleceksin, içmesen de!"*

İnsanoğlunun doğayla ilişkisi getirdiği ve götürdüğü üzerine düşünüyorum bir süredir. Alevler altında Avustralya’da asırlık ormanlar yok olup giderken, yarım milyon canlı vahşi bir yangında can verirken, insanlığın, geleceğimizin de yok oluşuna tanıklık ediyoruz. 2 ayı geçkin süredir kontrol altına alınamayan yangınların nedeni küresel ısınma. İnsanoğlu dünyayı kendi elleriyle yok ediyor.

Avustralya en fazla karbon emisyonu olan ülkeler arasında. Kapitalizm, yok etme kültürü insanlığın sonunu getirecek bir felaketi hazırlıyor. Göz göre göre ekonomik kaygılarla yaşamı değil tüketimi “sürdürülebilir” kılan hükümetler doğa hakları için söz söyleyen, direnen halklarını duymazdan geliyor. İklim Konferansına katılan ülkeler, gelecek sene yapılacak geniş çaplı konferansa kadar yeni öneriler için araştırma ve çalışma sözü verdilerse de süslü vaatler karbon piyasası başta olmak üzere birçok konuyla ilgili anlaşmazlığın çözümü için somut bir adıma evrilemedi. Avrupa Birliği ve küçük ada devletleri tarafından desteklenen çözüm odaklı planlar, Amerika, Çin, Brezilya, Suudi Arabistan ve Avustralya gibi ülkeler tarafından engellendi.

Avustralya bize çok uzak nasılsa değil mi? Oysa orada kül olan ve Belçika’nın 2 katı, İstanbul’un 12 katı gibi örneklerle aktarılan alan, ekolojik döngüyü tüm dünyayı etkileyecek şekilde değiştirecek. Yok olan türler ve büyük bir dramla karşı karşıyayız. 480 milyon canlı yok oldu. 24 insan öldü. Sayısız insan mahsur kaldı. Bu ağır tablo içinde insanlar kimileri için çok yabancı olan bir insanlık ve vicdan örneği gösteriyorlar ve canlarını kurtarmakla yetinmeyip koalaları, kanguruları kurtarmaya çalışıyorlar. Ne aymazlık değil mi?

Ancak sanat eserlerinde rastlanacak dramatik görüntülerin kalbimi ne kadar acıttığını, nefessiz kaldığımı söylemem yersiz sanırım. Bu “doğal afetin” müsebbibi insan/LIK. Her şeyin, türlerin böyle bir vahşetle yok olması kasıtlı değil belki ama birbirine eklenen bir sürecin sonucu. Türkiye Paris Anlaşmasını imzalamayan tek G20 ülkesi. İklim değişikliği için alınan tedbirleri de yok sayıyoruz.

Bizim ülkemizin bu konuda duyarsızlığı öngörüsüzlük, birbirine bağlı sistemli bir yok ediş döngüsü içinde bilimden kopukluk, aymazlıkla açıklanabilir ancak işin bir de türleri kasıtlı olarak yok eden boyutu var. Sadece üçüncü havaalanı için 13 milyon ağaç kesilmişken; Cumhurbaşkanı 17 yılda 4 milyar fidan dikmekle övünüyor, “sürdürülebilir enerji” liderliği ile övünebiliyor. Ürün veren, yetişkin ağaçların kesilmesiyle, sadece ağaç türleri değil evinden edilen sayısız hayvan türü de tehdit altında kalıyor. Göç yoluna yapılan havaalanı sayısız kuşun katili oluyor. Cumhurbaşkanı bu gerçeği yansıtmayan bilgilerle türlerin yok oluşundan daha büyük bir kayıp yaşadığımız gerçeğini örtüyor.

Yok edilen sadece türler değil ülke ekonomisinin sağlıklı üretim döngüsü aynı zamanda. Türlerin yanı sıra feda edilen milyon dolarlık ürün, bu ürünler üzerinden geliştirilebilecek ek verim alanlarının bilançosu “orman” adı verilen çoğu bilgisizce dikildiği için kuruyan, gelişmeyen fidanların sayısıyla yani açık bir aldatmacayla eşitlenmeye çalışılıyor. RES, HES, Jeotermal rantı ile çocukluğumuzda okullarda bize öğretilen ve övünç kaynağımız olan ‘kendi kendine yeten 7 ülkeden biri’ olmamızı sağlayan topraklarımız yok ediliyor. Nesli tükenen hayvanlarımız olumsuz koşullar nedeniyle üreyemiyor.

Hoyratça hatta insan sağlığını tehdit ederek, tüm itirazlara kulak tıkayarak, “çatlasak da patlasak da” gerçekleştirileceği açıklanan İstanbul Kanalı gibi “mega” projelerle güç gösterileri yapılıyor. Kamuoyu baskısıyla kendi talimatıyla torba yasa maddeleri arasına gizlenerek AKP/MHP oylarıyla meclisten geçirilen, havayı kirleten termik santrallere filtre takma zorunluluğunu 3 yıl erteleyen yasayı veto etmek zorunda kalan Cumhurbaşkanı kasıtlı olarak türleri, tarımı yok edeceği bilimsel verilerle ispatlanmış olan “fantezi” projesi olan İstanbul Kanalı için hiçbir gerçekliği ve dayanağı olamayan “çevreci” aldatmaca öyküleriyle yeni bir kıyım planlıyor. Üzülmek yetmez direnmek gerek!


Belki de dünyanın en verimli toprakları olan Anadolu’da kasıtlı olarak türlerin yok edilişi ilk değil. Çağlar boyu kimi zaman inanç dayatmaları, etnik ayrışmalar, kimi zaman rant uğruna yok olup giden nice ürünümüz, tarihsel birikimimiz, bolluk ve bereket kaynağımız var. Zeytinimizle, şarabımızla, sakız ağaçlarımızla bırakın kendimize yetmeyi dünyaya açılabilecek lider konumu sağlayabilecek ülke tarım birikimimiz, bunu bir adım öteye taşıyacak gastronomi turizmi, ürün çeşitliliği, alt ürünler gibi yeni alanlar da açarak gelişebilecek kaynaklarımız tüketim kültürüne feda ediliyor.

Dünyanın Sakız yetişen tek bölgesinde gram sakız üretimi, gelir yok. Dünyaya meydan okuyabilecek üzüm çeşitliliğimiz üretim yasakları tabularla kısıtlanıyor, mübadele sırasında yitip giden bilgi, gelenekle birlikte örneğin “Urla Karası” gibi yok olup gidiyor, unutuluyor. Kozak yaylasında yetişen ve getirisi yüksek bir ürün olan çam fıstığı üretimi bölgedeki altın madeni nedeniyle yıl yıl gerileyerek neredeyse yok olma noktasına geliyor. Yerinde mutlu, kazancı yüksek köylü yoksullaşarak göç etme zorunda bırakılıyor.

Ege ve Akdeniz’de yetişen haşhaş ülkemiz için verimli bir kaynak ürünken tarım üretimine getirilen yasakla yok ürün yelpazemizden siliniyor. Yine Ege bölgesinde yetişen pamuk, tütün tarımı iktidarın yanlış politikaları nedeniyle artık yok denecek kadar az, çiftçimiz teşvik şöyle dursun üretmemeye zorlanıyor. Zeytin tarlalarımız eğer enerji santralleri için değilse ’ler ya da imbatı, meltemi kesen devasa ve kunt yapılara, otellere yer açmak için betona dönüştürülüyor. Sayısız ağaç kesiliyor. Nesilden nesile aktarılan atalık tohumlarımızın üretimi, ithalatı yasaklanıyor. Korkunç bir bilanço. Nasıl bir yok oluş!

İşte böyle bir kıyım içinde yerel yönetimlerimize çok iş düşüyor. Yerel zenginliklerimizi yaşatıp, verime çeviren projeleri, gelişmeleri bu nedenle çok önemseyerek takip ediyorum. Daha önce yine BirGün Ege ekimizde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer’in Seferihisar Belediye Başkanı olduğu dönemde yok olup gitmiş atalık Karakılçık Buğdayı’nı yeniden kazandırışının olağanüstü öyküsünü anlatmıştım. Yine Seferihisar’da asırlık ağaçlardan elde edilen Bilge Ağaç Zeytinyağı’nı, Didim’de belediye başkanımız Deniz Atabay’ın belediyeye ait serada çiçek üretiminin yanı sıra Didyma markasıyla tıbbi aromatik bitkilerden Didim’e özgü ürünler geliştirmek için kurduğu serayı; Germencik Belediye Başkanımız Fuat Öndeş’in 6 tarımsal kalkınma kooperatifiyle Germencik Belediyesi arasında sağladığı işbirliğini, İNYA markasıyla sunulan kuru incir, zeytinyağı ve bunlara bağlı ürün çeşitliliği ile ilgili projelerini fırsat buldukça anlatacağım.

Bunlar başarı öykülerimiz. Ama bu yazıyı sorunlu tarım politikalarına rağmen İzmir Torbalı’da Lucien Arkas bağları, Menderes’te Sevilen Şarapları’nın İsabey Bağevi, Seferihisar Gödence Köyünde Ayda Bağlevi, Urla’nın bağ rotasında yer alan irili ufaklı şarap üreticileri Urla Şarapçılık, Usca, Urliçe, MMG, Mozaik ve Bağevi gibi markalar yaratan üreticilerimizden, hızla gelişen yerel üzümlerden üretilen farklı lezzette kimi de dünya ödüllü şaraplarından, bu toprakların üzümünden, şarapçılıktan bahsederek bitirmek istiyorum.

Verimlilik, dram ve şarap tanrısı olarak anılan Dionysos’un Roma mitolojindeki adı da şarap, bitki büyütme, bereket ve tiyatro tanrısı olan Bacchus (Baküs)’tür. Yaratıcılığı, giz içinde saklı gerçeği, kehaneti, yabanıl güzelliği, coşkuyu, verimliliği, temsil eder. Ama Dionysos’un simgelediği asıl kuvvet doğanın kendisi değil, insanla doğa arasındaki ilişkidir.

Yaşam enerjisini ön plana çıkarır. İşte yaşadığım kent Urla doğasıyla, tarımıyla, tarihiyle benim içimdeki yaşam enerjisini öne çıkarıyor. Dionysos’un binlerce yıllık Papaz Karası, Öküzgözü ve Boğazkere gibi Urla’da yetişen üzümlerden biri olan Urla Karası da tıpkı Karakılçık buğdayı gibi adi bilinen ama yok olmuş yerel üzüm çeşitlerindendi. Geçtiğimiz yıllarda Urla’lı üreticilerin katkılarıyla uzun aramalardan sonra Karaburun'da iki, Urla Ovacık köyünde bir orman kenarında 100 küsur yaşında üç omca bulunarak DNA'larından araştırılıp kaybolan Urla Karası üzümü yeniden geliştirildi. Urla’nın kara gözlü kızı Urla Karası Anadolu’nun bugüne erişen ve nesillere aktarılacak lezzetlerinden biri artık. Çiftçiliğin, bağcılığın, meyvelerin ama özellikle üzümün koruyucusu Diyonisos’a saygı için antik çağlardan bu yana her yıl Eylül ayında coşkuyla üzümün dalından koparılışı yani Bağbozumu kutlamalarında eskiden olduğu gibi o da yerini aldı. Kimbilir alışılageldiği gibi Dionysos da elinde kadeh, güzel kadınların ortasında ata biner gibi oturduğu bir şarap fıçısının üzerinde gözlüyordur onu.

Urla ne yazık ki güzel yurdumun pek çok yeri gibi olumsuzluklardan nasibini alıyor. Başta imar talanı olmak üzere türlü tehditle arşı karşıya. Yüksek göç alıyor. Gelen göç beyaz yakalı, ağırlıklı olarak İstanbul karmaşasından kaçıp doğaya, Urla’nın eşsiz doğasına, güzelliklerine sığınmaya gelen bilinçli kesimden. Yine de paranın, rantın, görgüsüzlüğün kuşattığı güzelim Alaçatı gibi yozlaşma, bozulma tehlikesi ile karşı karşıya. Günlerimin yoğun temposu içinde, siyasetin yakıcı gündeminden biraz olsun kaçmak için her fırsat bulduğumda dolaşmaya çıktığım bağ yollarında her gün zeytinlikler kesiliyor, bağlar yerini sitelere terk ediyor. Üzülüyor, korkuyorum. Bağların arasına İstanbul’dan gelip yerleşen birinin yanı başında hayvan damı olan çitçi aileyi, keçilerin, kuzuların melemesinden rahatsız olduğu için şikâyet edişine tanıklık edince “getirdiğin ne? götürdüğün ne?” sorusu bir kez daha geliyor önüme.

Geceleri balıkçı teknesinin zeminine vurulan tokmak sesinin deniz ile yaptığı düeti, dalgaların sesini dinlemek yerine belediyeden kontrol ve yasak talep edenleri anlamak güç. Urla’nın aynı zamanda tiyatro tanrısı da olan şarap tanrılarının koruması altında kendi kalarak, Alaçatı gibi makyajlanmadan gelişmesi için kendimize balık çiftliklerinin, Res’lerin, düşürülen sit derecelerinin, imara açılan / açılacak toprakların, -şükür ki Avustralya’daki gibi büyük kıyımla kıyaslanmayacak ama Urla için hiç de küçük olmayan- yangının; kentin tarihi dokusunu, kent estetiğini göz ardı eden yapılaşmanın, taş ocaklarının, jeotermal izinlerinin ne getirip ne götürdüğünü sıkça sormalıyız. Kazanım sağlayacak olanın tecrübeyle sabit olduğu gibi direnme ve itiraz hakkımızı kullanmak, doğanın, kentimizin hakkını korumak için geniş farkındalık yaratmak olduğunu da hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Güzel Urla ne yazık ki geleceğimizi ipotek altına alan rant ve beton ekonomisiyle topraklarımızı, tüm değerlerimizi tüketen iktidarın demokrasiyi, Urlalıların seçme hakkını yok sayan anlayışıyla kayyuma teslim edildi. Urla doğanın ve özgür yaşamın kentidir. Urla için söyleyecek sözümüz var. Bilinsin ki sessiz kalmayacağız.

Urla’da tarihsel süreçte sahiplenilemeyen mirasa sahip çıkarak ülkemizin bir zamanlar çok gelişkin olan üzüm üretimine öncülük edecek şarap üretiminde ülkemizin hak ettiği konuma gelmesini sağlayacak adımlar mutluluk verici. Dünya şarap pazarında lider ülke konumunda olan Fransa’ya şarap kültürünün Anadolu’dan, Foça’dan giden gemilerle taşındığı söylenir. Dünya üzüm üretiminin kullanım dağılımına baktığımda Fransa’nın %99 %1 sofralık üretime, İtalya’nın %86 şarap %14 sofralık, Türkiye’nin ise %52 sofralık, %36 kurutmalık, %12 ise şarap, şıra ve rakı dahil üretimi olduğu verilerine rastladım. Bu sahip olduğumuz değerin kullanılmayışına iyi bir örnek. Urla’nın kültürüyle, tarihsel mirasıyla, doğal ürünleriyle örnek bir gelişim öyküsü yazmasını ve aynı zamanda tiyatro tanrısı da olan Baccus’tan gelen geleneğine yaraşır bir tiyatro sahnesine de sahip olarak sanata da ev sahipliği yaptığı günleri düşleyerek yazıyorum. Urla halkının yerel yönetim tercihine saygıyla Urla’nın gelişimini yaşadığımız talihsiz sürecin hukuki takibini yaparak Büyükşehir Belediye Başkanımız Tunç Soyer’in öncülüğünde sürdüreceğiz. Kayyum sopasına yenilmeyeceğiz.

İşte tam şimdi sözün burasında size benim gitmeyi çok sevdiğim Urla’nın incisi Usca Şarapçılık’ta en sevdiğim şaraplardan Bornova Misketi’ne ilham olan Shakespeare sonne’sini armağan ederek bitireyim.

Her gözün takıldığı o bir-içim-su yüzü
Özenle, incelikle yaratan şu saatler
Birer zalim olup da vurunca yaman gürzü
O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser.
Durmak bilmez zaman, yaz’ı söküp götürür,
Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak;
Özsu, ayazda donar, sağlam yapraklar çürür:
Güzellik kar altında, her yöne çıplak, çorak.
Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa yaz,
Cam duvarlar içine kapatmamışsa onu,
Güzel göçüp gidince güzellikten iz kalmaz”

Ömer Hayyam