İstemeseniz de önünüze düşüyor çoğunlukla. Bir mail grubundan, bir arkadaşınızdan geliyor e-mail ile,bir sohbet esnasında mutlaka haberdar oluyorsunuz.

İstemeseniz de önünüze düşüyor çoğunlukla. Bir mail grubundan, bir arkadaşınızdan geliyor e-mail ile,bir sohbet esnasında mutlaka haberdar oluyorsunuz. Nerdeyse her gün bir köşe yazarının, mutlaka başka bir niteliği ile de tanıdığınız ve sevdiğiniz ve saygı duyduğunuz birinin bir yazısı size ulaşıyor. Okuyorsunuz. İçiniz acıyor. Sözleri kafanızın içinde dönüyor. Binlerce ve binlerce cevap üretiyorsunuz sertleşiyorsunuz. Onların sizi unuttukları gibi unutuyorsunuz kim olduklarını ve nereden geldiklerini. Durmadan had bildirildikçe size, Ergenekoncularla, ulusalcılarla ve daha bilemem kimlerle aynı torbaya koyup salladıkça bu yazılar sizi, çileden çıkıyorsunuz. Sizin neden onlarla yanı kararı almak zorunda olmadığınızı, neden “Taraf”ı en doğal ittifak olarak göremediğinizi değil anlamak, dinlemek bile istemiyorlar. Tavrınızın ardında başka-gerekçeler ittihatçılık mesela-arıyorlar.(Belki bu ittihatçı meselesini de ayrıca tartışmak lazım ama) Solcuları tasvir ederken kullandıkları dil daha da provoke edici. Kendilerini sosyalist olarak tarif ederken, hatta yıllardır solu, sosyalistliği kendileri tarif ederken ve hatta kendi şahıslarında temsil ederken %1 lik zaferlerimizdeki(!) paylarını unutmuş gibiler. Zira kendileri esnafla, benzinciyle, otoparkçıyla komünist olarak gayet iyi anlaşabiliyorlar. Okumaya başladığınız anda kendinizi kaptırmamanız olası değil.

Polemik

Polemik. Kolay çünkü. Tıpkı gündüz hayallere dalmak, gece rüya görmek, televizyon izlemek ya da çekirdek çitlemek gibi. Zihnimiz sözlerin içerisine dalıp ha bire mantıksal karşılıklar geliştiriyor. Kolaylıkla alışkanlık haline gelen bir zihinsel faaliyet velhasıl. Bir de alıntı yaparsanız büyük adamlardan tadına iyice keyifli hale geliyor bir bulmaca gibi.Cazibesine kapılmamak nerdeyse imkansız. Şizofren bir dünya. Bütün bunların karşılığı ne peki? Koskoca bir hiç. Durum daha da çirkinleşebiliyor çoğunlukla. Kaçınmaya çalışsanız da buluyorlar sizi. Çünkü hırpalananlar ve hırpalayanlar o kadar çok şiddet görmüş ki, aşağıya doğru düşmenin önüne bir engel koymak mümkün olmuyor. Ama bütün bunlar derdimize derman olmuyor. Suyu daha da bulandırıyor. Netleşmeye çalıştıkça her şey daha çok birbirine giriyor

Bilenler ve Yapanlar

Aslında bunun nedenlerini “aydın ve sanatçılarla” hareketimiz arasındaki yarılmada aramak gerekiyor belki de. “bu tip işleri” “bir bilene” havale etmeyi tercih eden hareketimiz. Bir zamanlar “yapanlar” ile “bilenler” arasında verimli bir gerilim kurmayı başaran,“bilenlerle” “yapanlar” arasındaki ayrımı kendi bağrında da taşıyan ve bu ayrımdan hem “bilenlerin” hem de yapanların pek de rahatsız olmadığı hareketimiz. Şimdi ise “bilenler”in bir kısmı biraz farklı bir telden çalıyor. Ya da şöyle diyelim başka bir yerin bileni olmuş durumdalar. Doğrusu “yapanlar” arasında onları pek fazla dinleyen de kalmamış gibi. O verimli gerilimin yerini bir dalaşma almış durumda.Yollar ayrılmış. Sorunlu bir boşanma davası gibi zihinsel meşguliyet ve kavga devam ediyor.

Sınamak

Halbuki, enerjimiz bize başa işler için de lazım. Kendi ait olduğumuz sınıfın kendi örgütlerini ortaya çıkarabilmesi için mesela. Organizasyonlarımızı gözden geçirmek, hatalarını görmek ve düzeltebilmek için. Farklı alanlarda birbiriyle ilişkilendirerek daha güçlü olmaları için birleştirebilmek. Uzun zahmetli bir işler. Şüphesiz, polemikle karşılaştırınca, ilk bakışta daha az zevkli görünebilir. Ama değildir. Ezilenlerin içerisinde mücadele ederken emin olun daha çok düşünürsünüz, daha çok seversiniz, daha çok hissedersiniz. Önünüze gelen sorular “köşe soruları”ndan daha çetindir. Daha büyük ve köşe yazarlarının bahsetmeyi pek sevdiği küresel düşmanlarla göğüs göğse gelirsiniz. Hayret edersiniz. Ve o kadar güçlüdür ki düşmanlarınız ve ezilenler o kadar sert ve hayatları pahasına dururlar ki karşılarında onların, o “fakir” işçiler öyle devleşirler ki mesela gözünüz de bir kere daha, bir kere daha iman edersiniz kendi politik görüşünüze. Sınarsınız inançlarınızı. Bir köşe yazarı da mücadelenizle ilişkilendiği oranda girer düşünce dünyanıza. Bu da şizofren bir dünya olabilir şüphesiz ama polemiğin griliğinden çok daha renkli ve çok daha yeşildir.

İşimize Geri Dönmek!

Keşke ikisini de yapacak gücümüz olsaydı. Yani hem herkese laf yetiştirip, hem de her soruna koşacak bir de üzerine ezilenlerin içerisinde örgütlenebilme gücümüz olsaydı. Ama sanırım yok. Zihnimiz tüm bu polemiklerle, kimin daha sosyalist olduğu ile, evet diyerek mi sosyalist olunacağı ile, siyasi arenada kimin peşine denk düştüğümüz ile meşgulken, uzun vadeli mücadeleleri örecek stratejileri oluşturacak, taktiklerle sonuçlar elde edecek zihinsel berraklığa da, organizasyonlara da sahip olamıyoruz. Ne de politik alanda ciddi bir güç olarak müdahil olabiliyoruz. Evet. Güçlü olduğumuz alanlara çekilelim diyorum. Sosyalizmin gerçek bir seçenek olarak tartışılabileceği emekçilerin direnişlerine/örgütlenmelerine mesela. Köylülere mesela, su mücadelesine, gıda mücadelesine, kadınların mücadelesine. Bütün bu mücadeleleri bir ve ortak düşmana karşı birleştirebilmek için. Bunu nasıl yapabileceğimize kafa yoralım. Bu durumda kimin sosyalist olduğu tartışmasının cevabı açıkça verilir. Yine tartışılabilir ama kimin daha inandırıcı olduğu gayet açık olabilir.

Bu da benim için de bir itiraftır. Polemiğin cazibesine kapılıp satırları ve haftaları harcamış olmak manasında. En kısa zamanda kendi işimize/mesleğimize dönmek üzere.